1 |
hand |
el |
n. |
|
- I would therefore call for the guidelines to be developed hand in hand with this technical dynamic.
- Bu nedenle kılavuz ilkelerin bu teknik dinamikle el ele geliştirilmesi çağrısında bulunuyorum.
- The enlargement process must go hand in hand with a deepening of the institutions.
- Genişleme süreci kurumların derinleştirilmesiyle el ele gitmelidir.
- Making changes within the states by force and changing the borders by force is something which we reject out of hand.
- Devletler içinde zorla değişiklik yapmak ve sınırları zorla değiştirmek bizim elimizin tersiyle ittiğimiz bir şeydir.
- Work to combat pollution can go hand-in-hand with protecting jobs and sustaining communities.
- Kirlilikle mücadele çalışmaları, istihdamın korunması ve toplumların sürdürülebilirliği ile el ele gidebilir.
- Institutional reform goes hand-in-hand with the enlargement of the European Union.
- Kurumsal reform, Avrupa Birliği'nin genişlemesiyle el ele gitmektedir.
- But, help is at hand.
- Ama yardım elinizin altında.
- Effectively, this means border management, hand-in-hand with common policies on asylum and immigration.
- Etkili bir şekilde bu, sığınma ve göç konusunda ortak politikalarla el ele giden sınır yönetimi anlamına gelmektedir.
- Control of infectious diseases goes hand in hand with proper monitoring.
- Bulaşıcı hastalıkların kontrolü, uygun izleme ile el ele gider.
- This goes hand in hand with an attack on social security systems.
- Bu, sosyal güvenlik sistemlerine yönelik bir saldırı ile el ele gidiyor.
- We need to ensure that labour rights and greater prosperity advance hand-in-hand.
- İşçi hakları ile daha fazla refahın el ele ilerlemesini sağlamalıyız.
- Colleagues, let us try to address ourselves to the business at hand.
- Meslektaşlarım, elimizdeki işle ilgilenmeye çalışalım.
- This is partly the work of human hand, as difficult as it is to demonstrate climate change using calculations.
- İklim değişikliğini hesaplamalarla ortaya koymak ne kadar zor olsa da, bu kısmen insan elinin eseridir.
- Who does it benefit, except a handful of large retail outlets which you can count on the fingers of one hand?
- Bu durum, bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki büyük perakende satış mağazası dışında kime fayda sağlıyor?
- It seems that fresh food and safe food do not always go hand in hand.
- Görünen o ki taze gıda ve güvenli gıda her zaman el ele gitmiyor.
- These internal tensions will not strengthen Europe's hand in international negotiations.
- Bu iç gerilimler uluslararası müzakerelerde Avrupa'nın elini güçlendirmeyecektir.
- We are not working hand in hand with the occupying power.
- İşgalci güçle el ele çalışmıyoruz.
- We share the belief that globalisation must go hand in hand with great efforts at fighting poverty.
- Küreselleşmenin yoksullukla mücadelede büyük çabalarla el ele gitmesi gerektiği inancını paylaşıyoruz.
- We shall also be working hand in hand with the European Commission.
- Ayrıca Avrupa Komisyonu ile el ele çalışacağız.
- That will inevitably need to go hand in hand with an even more efficient deployment of Community resources.
- Bunun kaçınılmaz olarak Topluluk kaynaklarının daha da verimli bir şekilde kullanılmasıyla el ele gitmesi gerekecektir.
- However, our determination should, under no circumstances, fail to go hand in hand with responsible prudence.
- Bununla birlikte kararlılığımız hiçbir koşulda sorumlu bir sağduyu ile el ele gitmemelidir.
- Instead this must go hand in hand with clear initiatives in the other transport sectors.
- Bunun yerine bu, diğer ulaştırma sektörlerindeki net girişimlerle el ele gitmelidir.
- I am talking particularly about whole-body vibration aspects, rather than hand and arm vibration.
- Özellikle el ve kol titreşiminden ziyade tüm vücut titreşiminden bahsediyorum.
- Hand in hand with this economic buoyancy, however, go sustainable development and social cohesion.
- Ancak bu ekonomik canlılıkla birlikte sürdürülebilir kalkınma ve sosyal uyum da el ele gitmektedir.
- The two matters must go hand in hand.
- Bu iki konu el ele gitmelidir.
- Within the Commission, the one hand does not know what the other hand is doing.
- Komisyon içerisinde bir elin yaptığını diğer el bilmemektedir.
- It is important that interoperability evolves hand-in-hand with the development of the interactive television market.
- Birlikte çalışabilirliğin interaktif televizyon pazarının gelişimiyle el ele gelişmesi önemlidir.
- Everyone put their hand up - they all wanted to do something.
- Herkes elini kaldırdı - hepsi bir şeyler yapmak istiyordu.
- The state hand must still be clearly seen to regulate the market, and the Commission must act as a judge.
- Halen devlet elinin piyasayı düzenlediğinin açıkça görülmesi ve Komisyonun bir yargıç gibi hereket etmesi gerekir.
- Increasing urbanisation must go hand in hand with improving public transport.
- Artan kentleşme, toplu taşımanın iyileştirilmesi ile el ele gitmelidir.
- So Parliament had a weak hand but both rapporteurs played it extremely well.
- Dolayısıyla Parlamento'nun eli zayıftı ancak her iki sözcü de bunu son derece iyi kullandı.
- Who does it benefit, except a handful of large retail outlets which you can count on the fingers of one hand?
- Bunun kime faydası var, bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda büyük perakende satış mağazası dışında?
- That is why we are demanding that the war on terror should go hand in hand with a global ethic based on human rights.
- Bu nedenle teröre karşı savaşın insan haklarına dayalı küresel bir etikle el ele gitmesini talep ediyoruz.
- With the reform at hand we are able to achieve many of our objectives.
- Elimizdeki reform ile birçok hedefimize ulaşabiliyoruz.
- Poverty reduction goes hand in hand with the war against disease, disability and death.
- Yoksulluğun azaltılması hastalık, sakatlık ve ölüme karşı savaşla el ele gider.
- The rapid growth of recent years has gone hand in hand with a significant expansion of foreign trade.
- Son yıllardaki hızlı büyüme, dış ticaret hacminde önemli bir genişlemeyle el ele gitmiştir.
- We should therefore not reject food irradiation out of hand but respect it for what it is.
- Bu nedenle gıda ışınlamasını elimizin tersiyle itmemeli, ona olduğu gibi saygı göstermeliyiz.
- Any hand extended by Iran is therefore welcome.
- Bu nedenle İran tarafından uzatılacak her el memnuniyetle karşılanacaktır.
- Economic growth will need to go hand in hand with the responsible use of our natural resources.
- Ekonomik büyümenin, doğal kaynaklarımızın sorumlu bir şekilde kullanılmasıyla el ele gitmesi gerekecektir.
- On the other hand, we can have too little.
- Öte yandan, elimizde çok az şey olabilir.
- The directive will not mean the market's unseen hand will lose the power of its grip.
- Direktif, piyasanın görünmeyen elinin gücünü kaybedeceği anlamına gelmeyecektir.
- Political liberalisation must go hand in hand with economic liberalisation.
- Siyasi liberalleşme ekonomik liberalleşme ile el ele gitmelidir.
- These demands go hand in hand with the need for a Europe of social progress, a more democratic Europe.
- Bu talepler, daha demokratik bir Avrupa ve sosyal ilerleme Avrupası ihtiyacıyla el ele gitmektedir.
- We must also forget the idea that liberalisation and lack of safety go hand in hand.
- Serbestleşme ve güvenlik eksikliğinin el ele gittiği fikrini de unutmalıyız.
- These lags in development go hand in hand with large disparities between regions and between town and country.
- Kalkınmadaki bu gecikmeler, bölgeler arasında ve kentle kır arasında büyük eşitsizlikler ile el ele gitmektedir.
- I wish it would deal more with the subjects at hand.
- Keşke eldeki konularla daha fazla ilgilenebilseydi.
- These environmental improvements will not be possible unless they go hand in hand with improved fuel quality.
- Bu çevresel iyileştirmeler, yakıt kalitesinin iyileştirilmesi ile el ele gitmediği sürece mümkün olmayacaktır.
- Europe's leaders, too, should take care not to overplay their hand.
- Avrupalı liderler de ellerini fazla zorlamamaya dikkat etmelidir.
- But handed an agenda with little real substance, EU leaders gave back even less.
- Ancak ellerine çok az gerçek içeriğe sahip bir gündem tutuşturulan AB liderleri daha da azını geri verdiler.
- I do not know what you mean by fifty-one cases and an iron hand.
- Elli bir dava ve demir bir el derken neyi kastettiğinizi bilmiyorum.
- Regionally, it is extremely important that the opportunity now at hand is not missed.
- Bölgesel olarak şu anda elimizde bulunan fırsatın kaçırılmaması son derece önemlidir.
- When we touch an object that is colder than our hand, our finger loses heat and therefore feels cold.
- Elimizden daha soğuk bir nesneye dokunduğumuzda parmağımız ısı kaybeder ve üşüme hissi oluşur.
- After a whole month, I never laid a hand on her.
- Bir ay boyunca ona elimi bile sürmedim.
- So Moab was subdued that day under the hand of Israel.
- Böylece Moab o gün İsrail'in eline geçti.
- When we touch an object that is colder than our hand, our finger loses heat and therefore feels cold.
- Elimizden daha soğuk bir nesneye dokunduğumuzda parmağımız ısı kaybeder ve bu nedenle üşür.
- I checked the inventory and this is all we have on hand.
- Envanteri kontrol ettim ve elimizde sadece bunlar var.
- Because there was always something with me and with my hand.
- Çünkü her zaman kendimle ve elimle ilgili bir sorunum vardı.
- I checked the inventory and this is all we have on hand.
- Envanteri kontrol ettim ve elimizde olan tek şey bu.
- When we touch an object that is colder than our hand, our finger loses heat and therefore feels cold.
- Elimizden daha soğuk bir cisme dokunduğumuzda parmağımız ısı kaybeder ve dolayısıyla üşür.
- After a whole month, I never laid a hand on her.
- Sonraki bir ay boyunca ona elimi bile sürmedim.
- Sometimes, one must cut off a finger to save a hand.
- Bazen bir eli kurtarmak için bir parmağı kesmek gerekir.
- He raised his hand to ask a question.
- Bir soru sormak için elini kaldırdı.
- Tom put his hand over his mouth.
- Tom elini ağzına koydu.
- If you want a sandwich, raise your hand.
- Sandviç isteyen elini kaldırsın.
- He put his hand on my knee under the table.
- Masanın altında elini benim dizimin üzerine koydu.
- What happened to your hand?
- Eline ne oldu?
- The hand has five fingers.
- Elde beş parmak vardır.
- The girl lifted the heavy box with one hand.
- Kız, ağır kutuyu tek eliyle kaldırdı.
- The baby wrapped his tiny hand around Tom's finger.
- Bebek minik elini Tom'un parmağına doladı.
- He caught her hand.
- Onun elini tuttu.
- Tom burned his hand.
- Tom elini yaktı.
- Tom slapped the ball out of Mary's hand.
- Tom Mary'nin elindeki topa vurdu.
- Tom put his hand over his mouth.
- Tom eliyle ağzını kapattı.
- The man raised his hand to ask a question.
- Adam soru sormak için elini kaldırdı.
- He rested his hand on my shoulder.
- Elini omzuma koydu.
- Ali didn't show his hand.
- Ali elini göstermedi.
- Take your hand off my neck.
- Elini boynumdan çek.
- Tom kissed Mary's hand, making her blush.
- Tom, onun yüzünü kızartarak Mary'nin elini öptü.
- You have a good hand for practical work.
- Pratik işler için iyi bir eliniz var.
- Tom caught the ball with one hand.
- Tom topu tek eliyle yakaladı.
- Raise your hand if I read your name.
- Adınızı okursam elinizi kaldırın.
- Tom kissed my hand.
- Tom elimi öptü.
- It seemed like the whole school raised their hand to bid.
- Sanki tüm okul teklif vermek için el kaldırmış gibiydi.
- The birds are so tame they will eat from your hand.
- Kuşlar o kadar evcil ki elinizden yemek yerler.
- Tom grabbed the rope with one hand.
- Tom tek elle ipi yakaladı.
- I saw Jim and Mary taking a walk hand in hand in the park.
- Jim ve Mary'yi parkta el ele yürürken gördüm.
- Tom slipped some money into Mary's hand.
- Tom, Mary'nin eline biraz para sıkıştırdı.
- She shook my hand.
- Elimi sıktı.
- You cannot catch a heavy box with one hand.
- Ağır bir kutuyu tek elle yakalayamazsınız.
- He was bound hand and foot.
- Elleri ve ayakları bağlıydı.
- The fog was so thick that I couldn't see my hand in front of my face.
- Sis o kadar yoğundu ki elimi yüzümün önünde göremiyordum.
- Tom put his hand on his heart.
- Tom elini kalbine koydu.
- It's amazing how Tom was able to do that with just one hand.
- Tom'un bunu tek eliyle yapabilmesi inanılmaz.
- That's my favorite shirt, and I always wash it by hand.
- Bu benim en sevdiğim gömleğim ve her zaman elde yıkarım.
- Tom let go of Mary's hand.
- Tom Mary'nin elini bıraktı.
- Tom kissed Mary's hand, making her blush.
- Tom, Mary'nin elini öptü ve kızardı.
- She put up her hand to ask a question.
- Soru sormak için elini kaldırdı.
- Wealth and health go hand in hand.
- Servet ve sağlık el ele gider.
- I was dealt a good hand.
- Bana iyi bir el geldi.
- That student raised his hand to ask a question.
- Şu öğrenci soru sormak için elini kaldırdı.
- Tom put his hand on Mary's forehead to see if she had a fever.
- Tom, ateşi olup olmadığını görmek için elini Mary'nin alnına koydu.
- She raised her hand to ask a question.
- Soru sormak için elini kaldırdı.
- Take your hand off me.
- Çek ellerini üzerimden.
- She slipped some money into her son's hand.
- Oğlunun eline biraz para sıkıştırdı.
- Tom tried to scream, but Mary covered his mouth with her hand.
- Tom çığlık atmaya çalıştı, ama Mary eliyle onun ağzını kapattı.
- Tom put his hand over his face.
- Tom elini yüzüne kapattı.
- Tom put his hand on mine.
- Tom elini benimkinin üzerine koydu.
- Mary let Tom kiss her hand.
- Mary Tom'un elini öpmesine izin verdi.
- We have five fingers on each hand.
- Her elimizde beşer parmak var.
- Tom rested his hand on my shoulder.
- Tom omzuma elini koydu.
- Tom pushed her hand away.
- Tom onun elini bir kenara itti.
- Tom held his hand out.
- Tom elini uzattı.
- She laughed the way schoolgirls do, with her hand over her mouth.
- Eliyle ağzını kapatarak kız öğrencilerin yaptığı gibi güldü.
- He raised his hand.
- O elini kaldırdı.
- He caught my hand and pulled me to the second floor.
- Elimi tuttu ve beni ikinci kata çekti.
- I could use a hand.
- Elini kullanabilirim.
- He was standing by the gate with his hand in his pocket.
- Elleri cebinde kapının yanında duruyordu.
- Tom put his hand on Mary's shoulder.
- Tom elini Mary'nin omzuna koydu.
- Tom came in with a wrench in his hand.
- Tom elinde bir İngiliz anahtarıyla içeri geldi.
- She bought a toaster, a coffeemaker, an egg cooker and a hand mixer.
- Bir tost makinesi, bir kahve makinesi, bir yumurta pişirici ve bir el mikseri aldı.
- The man took the boy by the hand.
- Adam çocuğu elinden tuttu.
- John and Mary always walk hand in hand.
- John ve Mary, her zaman el ele yürürler.
- Apart from that, I always pay attention to my hand hygiene.
- Onun dışında el temizliğine sürekli dikkat ediyorum.
- Tom doesn't have any cash on hand.
- Tom'un elinde hiç nakit yok.
- Tom put out his hand.
- Tom elini uzattı.
- Tom slipped some money into Mary's hand.
- Tom Mary'nin eline biraz para koydu.
- Tom touched the hot stove and burned his hand.
- Tom sıcak sobaya dokundu ve elini yaktı.
- He held out his hand and I took it.
- Elini uzattı ve onu tuttum.
- Keep your hand still.
- Elini oynatma.
- Run as fast as you can and don't let go of my hand.
- Koşabildiğin kadar hızlı koş ve elimi bırakma.
- Tom put his hand on Mary's.
- Tom elini Mary'ninkinin üstüne koydu.
- Tom put his hand out.
- Tom elini uzattı.
- I saw him kiss your hand.
- Onun elini öptüğünü gördüm.
- I stretched out my hand for the book.
- Kitap için elimi uzattım.
- Lucy came closer to the boy and laid her hand on his head.
- Lucy, çocuğa yaklaştı ve elini onun başına koydu.
- She grabbed him by the hand and pulled him onto the boat.
- Onu elinden tuttu ve tekneye çekti.
- Tom didn't even shake my hand.
- Tom elimi bile sıkmadı.
- Tom grabbed the rope with one hand.
- Tom ipi tek eliyle tuttu.
- Don't stick your hand out of the window.
- Elini pencereden dışarı çıkarma.
- Mary held out her hand to show everybody her engagement ring.
- Mary herkese nişan yüzüğünü göstermek için elini uzattı.
- That's my favorite shirt, and I always wash it by hand.
- Bu benim favori gömleğim ve her zaman onu elimle yıkarım.
- Your hand is shaking.
- Elin titriyor.
- The boy lifted the heavy box with one hand.
- Genç, tek eliyle ağır kutuyu kaldırdı.
- He put up his hand to catch the ball.
- Topu yakalamak için elini kaldırdı.
- Let's concentrate on the job at hand.
- Eldeki işe konsantre olalım.
- Tom took Mary's hand and squeezed it.
- Tom, Mary'nin elini tuttu ve sıktı.
- Tom wiped his hand on his pants.
- Tom ellerini pantolonuna sildi.
- The couple is walking hand in hand.
- Çift el ele yürüyor.
- She held out her hand.
- Elini uzattı.
- She let go of the boy's hand.
- O, çocuğun elini bıraktı.
- The mother extended her hand to her baby, smiling brightly.
- Anne, ışıl ışıl gülümseyerek bebeğine elini uzattı.
- She touched my hand.
- Elime dokundu.
- Mary washes her laundry by hand on a washboard.
- Mary çamaşırlarını bir çamaşır tahtası üzerinde elde yıkıyor.
- My hand itches.
- Elim kaşınıyor.
- I got dealt a bad hand.
- Elim kötüydü.
- Tom accidentally cut his hand when he was slicing carrots.
- Tom havuçları dilimlerken kazara elini kesti.
- Tom held Mary's hand very tightly and wouldn't let go.
- Tom, Mary'nin elini çok sıkı tuttu ve gitmesine izin vermedi.
- Tom was the first one to raise his hand.
- Tom elini kaldıran ilk kişiydi.
- Sami put his hand on Layla's leg.
- Sami elini Leyla'nın bacağına koydu.
- Mary stood with her hand shading her eyes.
- Mary, eliyle gözlerine gölge yaparak duruyordu.
- Give me a hand.
- Bir el atın.
- Tom said Mary's dog bit his hand.
- Tom, Mary'nin köpeğinin elini ısırdığını söyledi.
- She cut her hand with a knife.
- Elini bıçakla kesti.
- I'll raise my hand as a signal.
- İşaret olarak elimi kaldıracağım.
- The thumb is the outstanding part of the human hand.
- Başparmak insan elinin olağanüstü bir parçasıdır.
- Come and stretch me a hand.
- Gel ve bana elini uzat.
- One hand washes the other.
- Bir el diğerini yıkıyor.
- Guess what I'm holding in my hand.
- Tahmin et elimde ne tutuyorum.
- He hurt his hand while falling.
- Düşerken elini incitti.
- Keep your hand still.
- Elinizi oynatmayın.
- She raised her hand.
- O elini kaldırdı.
- Tom touched my hand.
- Tom elime dokundu.
- He raised his hand and smiled.
- O, elini kaldırdı ve gülümsedi.
- All students of English should have a good English-English dictionary at hand.
- Bütün İngilizce öğrencilerinin ellerinde iyi bir İngilizce'den İngilizce'ye sözlük olmalıdır.
- She took hold of my hand and held it tightly.
- O, elimi kavradı ve onu sıkıca tuttu.
- Tom held out his hand to Mary.
- Tom elini Mary'ye uzattı.
- A feral farm cat bit Tom's hand.
- Yabani bir çiftlik kedisi Tom'un elini ısırdı.
- I grabbed my little sister's hand, and the two of us started to run.
- Küçük kız kardeşimin elini tuttum ve ikimiz koşmaya başladık.
- I know that you still want to touch my hand.
- Hâlâ elime dokunmak istediğini biliyorum.
- Industrialization often goes hand in hand with pollution.
- Sanayileşme genellikle kirlilikle el ele gider.
- If you have a gun in your hand, use the distance to your advantage.
- Elinizde bir silah varsa, mesafeyi avantajınıza kullanın.
- I put my hand on her shoulder.
- Elimi onun omuzuna koydum.
- Focus on the task at hand.
- Eldeki göreve odaklanın.
- You have a good hand for practical work.
- Pratik çalışma için iyi bir elin var.
- Mary pushed his hand away.
- Mary onun elini itti.
- The wind blew the umbrella out of my hand.
- Rüzgar şemsiyeyi elimden uçurdu.
- I do not have much money on hand.
- Elimde fazla para yok.
- It's better to have larger hands than smaller hands when playing the piano.
- Piyano çalarken büyük ellere sahip olmak, küçük ellere sahip olmaktan daha iyidir.
- A fortune-teller read my hand.
- Bir falcı elimi okudu.
- Tom held Mary's hand under the table.
- Tom masanın altında Mary'nin elini tuttu.
- Mary stood with her hand shading her eyes.
- Mary, eliyle gözlerini güneşten koruyarak dikildi.
- Open your hand.
- Elini aç.
- I do not have much money on hand.
- Elimde fazla param yok.
- She gave me a hand gesture I didn't understand.
- Bana anlamadığım bir el hareketi yaptı.
- Tom wasn't able to catch the ball with one hand.
- Tom topu tek eliyle yakalayamadı.
- Keep a good dictionary at hand.
- Elinizin altında iyi bir sözlük bulundurun.
- Tom looked down at his injured hand.
- Tom yaralı eline baktı.
- Tom burned his hand on the stove.
- Tom elini ocakta yaktı.
- Tom squeezed Mary's hand reassuringly.
- Tom rahatlatıcı şekilde Mary'nin elini sıktı.
- Tom died with a gun in his hand.
- Tom elinde bir tabanca ile öldü.
- Naomi shifted her bag from one hand to the other.
- Naomi çantasını bir elinden diğerine aldı.
- I don't have a good reference book to hand.
- Elimde iyi bir referans kitabı yok.
- How did you cut your hand?
- Elini nasıl kestin?
- He raised his hand to ask a question.
- Soru sormak için elini kaldırdı.
- He reached across the table and shook my hand.
- Masanın üzerinden uzandı ve elimi sıktı.
- Tom shyly raised his hand.
- Tom utanarak elini kaldırdı.
- Tom kissed her hand, making her blush.
- Tom onun elini öptü ve kızardı.
- In order to make a phone call, I put my hand in my pocket and searched for a coin.
- Bir telefon görüşmesi yapmak için elimi cebime soktum ve bozuk para aradım.
- Do you walk hand in hand?
- El ele yürüyor musunuz?
- Tom has a hot hand.
- Tom'un eli sıcak.
- Tom didn't lay a hand on me.
- Tom bana elini bile sürmedi.
- The pupil held up his hand to ask a question.
- Öğrenci soru sormak için elini kaldırdı.
- If you understand, please raise your hand.
- Anladıysanız, lütfen elinizi kaldırın.
- Tom covered his eyes with one hand.
- Tom bir eliyle gözlerini kapattı.
- Tom kissed Mary's hand.
- Tom, Mary'nin elini öptü.
- Tom came in with a wrench in his hand.
- Tom elinde bir İngiliz anahtarıyla geldi.
- From whose hand should I take something?
- Kimin elinden bir şey almalıyım?
- Tom cut his hand when he fell.
- Tom düştüğünde elini kesti.
- Your dog bit my hand.
- Köpeğin elimi ısırdı.
- Tom bandaged Mary's hand.
- Tom, Mary'nin elini sardı.
- Father laid his hand on my shoulder.
- Babam elini omzuma koydu.
- The cat dug its claws into my hand.
- Kedi pençelerini elime geçirdi.
- Tom put out his hand and stopped Mary.
- Tom elini uzattı ve Mary'yi durdurdu.
- Jessie shook Joseph's hand and greeted him with affection.
- Jessie Joseph'in elini sıktı ve onu sevgiyle selamladı.
- She took hold of my hand and held it tightly.
- Elimi tuttu ve sıkıca kavradı.
- Put your hand up and step out of the vehicle.
- Elini yukarı koy ve araçtan in.
- Give me a hand with this suitcase.
- Bir el at da şu valizi taşıyalım.
- Tom put a hand on Mary's shoulder.
- Tom elini Mary'nin omzuna koydu.
- He stuck his hand into the pouch, and felt around for one of the stones.
- Elini kesenin içine soktu ve yoklayarak taşlardan birini bulmaya çalıştı.
- He let out an exaggerated groan and put his hand on the doorknob.
- Abartılı bir inilti çıkardı ve elini kapı koluna koydu.
- He gently lifted her hand and kissed it.
- Yavaşça elini kaldırdı ve öptü.
- I watched John and Mary walking hand in hand.
- John ve Mary'nin el ele yürüyüşünü izledim.
- My grandmother knit that by hand.
- Büyükannem onu eliyle ördü.
- Tom's dog licked his hand.
- Tom'un köpeği elini yaladı.
- The butterfly landed on the hand.
- Kelebek ele kondu.
- She squeezed his hand.
- Onun elini sıktı.
- Keep your hand still.
- Elini sabit tut.
- There were no holds for hand or foot on the rock.
- Kayanın üzerinde el ya da ayak için bir tutamak yoktu.
- If you want to speak, raise your hand.
- Konuşmak isteyen elini kaldırsın.
- As she wanted to ask a question, she raised her hand.
- O bir soru sormak istediği için elini kaldırdı.
- Always have your dictionary close at hand.
- Sözlüğünüz her zaman elinizin altında olsun.
- My hand was amputated.
- Elim kesildi.
- Take your hand off me.
- Çek elini üstümden.
- Take your hand off my back.
- Çek elini sırtımdan.
- The chief engineer did research hand in hand with his assistant.
- Başmühendis, asistanı ile el ele araştırma yaptı.
- Tom said Mary's dog bit his hand.
- Tom Mary'nin köpeğinin onun elini ısırdığını söyledi.
- Tom held up his hand to silence Mary.
- Tom Mary'yi susturmak için elini kaldırdı.
- Lucy came closer to the boy and laid her hand on his head.
- Lucy, çocuğa yakınlaştı ve elini onun kafasına koydu.
- Get your hand off me.
- Çek elini benden.
- He caught my hand and pulled me to the second floor.
- Elimi yakaladı ve beni ikinci kata çekti.
- I told him about my ideas but he dismissed them out of hand.
- Ona fikirlerimden bahsettim ama elinin tersiyle itti.
- The girl lifted the heavy box with one hand.
- Kız, ağır kutuyu tek elle kaldırdı.
- She got a slight burn on her hand while cooking.
- Yemek pişirirken elinde hafif bir yanık oluştu.
- The glass dropped from his hand.
- Bardak onun elinden düştü.
- Sami saw a gun by Layla's hand.
- Sami, Layla'nın elinde bir silah gördü.
- He raised his hand to stop a taxi.
- Bir taksiyi durdurmak için elini kaldırdı.
- Tom held my hand.
- Tom elimi tuttu.
- He stared at her hand for a moment.
- Bir an için onun eline baktı.
- Tom held up his hand to silence Mary.
- Tom, Mary'yi susturmak için elini kaldırdı.
- Before he could answer, Mary grabbed Tom by the hand and led him to the dance floor.
- O cevap veremeden Mary Tom'u eliyle yakaladı ve dans pistine götürdü.
- He felt her hand on his shoulder.
- Elini omzunda hissetti.
- The boy lifted the heavy box with one hand.
- Çocuk, ağır kutuyu tek eliyle kaldırdı.
- You don't want to get lost, so take your mother's hand.
- Kaybolmak istemiyorsan, annenin elini tut.
- He shook my hand.
- Elimi sıktı.
- How did you hurt your hand?
- Elini nasıl yaraladın?
- She slipped some money into her son's hand.
- Oğlunun eline biraz para koydu.
- I held Tom's hand.
- Ben Tom'un elini tuttum.
- Mary shyly raised her hand.
- Mary utanarak elini kaldırdı.
- If you have a question, please raise your hand.
- Bir sorunuz varsa, lütfen elinizi kaldırın.
- Melanie killed a spider with her hand.
- Melanie eliyle bir örümcek öldürdü.
- Tom put his hand out to stop Mary.
- Tom Mary'yi durdurmak için elini uzattı.
- Tom can write with either hand.
- Tom her iki eliyle de yazabilir.
- Don't stick your hand out of the window.
- Elini pencerenin dışına uzatma.
- He grabbed the letter out of my hand.
- O, mektubu elimden kaptı.
- Tom grabbed Mary's hand.
- Tom, Mary'nin elini tuttu.
- He was standing by the gate with his hand in his pocket.
- O, eli cebinde kapının yanında duruyordu.
- The dog bit my hand.
- Köpek elimi ısırdı.
- He grabbed my hand.
- O benim elimi tuttu.
- He lifted her hand and kissed it.
- Elini kaldırdı ve öptü.
- He's running his hand through his wavy, brown hair.
- Elini dalgalı, kahverengi saçlarının arasından geçiriyor.
- Tom put his hand over Mary's.
- Tom elini Mary'ninkinin üzerine koydu.
- A feral farm cat bit Tom's hand.
- Vahşi bir çiftlik kedisi Tom'un elini ısırmış.
- Fame doesn't always go hand in hand with success.
- Şöhret her zaman başarı ile el ele gitmez.
- She took the old woman's hand and led her to the church.
- Yaşlı kadının elini tuttu ve onu kiliseye götürdü.
- Don't put your hand out the window.
- Elinizi pencerenin dışına koymayın.
- Please keep this book at hand.
- Lütfen bu kitabı elinizin altında tutun.
- He put his hand on my shoulder.
- Elini omzuma koydu.
- He put a hand gently on her shoulder.
- Bir elini yavaşça omzuna koydu.
- Mary shyly raised her hand.
- Mary utangaç bir şekilde elini kaldırdı.
- Tom raised his hand to ask a question.
- Tom soru sormak için elini kaldırdı.
- Please keep this book at hand.
- Lütfen bu kitabı el altında tutun.
- I know that you still want to touch my hand.
- Hala elime dokunmak istediğini biliyorum.
- Tom slipped some money into Mary's hand.
- Tom Mary'nin eline biraz para sıkıştırdı.
- The squirrel ate out of his hand.
- Sincap onun elinden yedi.
- Raise your hand if you have finished the composition.
- Kompozisyonuzu bitirirseniz elinizi kaldırın.
- I grabbed my little sister's hand and started running.
- Küçük kız kardeşimin elini tuttum ve koşmaya başladım.
- Layla rubbed Sami's hand.
- Layla Sami'nin elini ovuşturdu.
- He placed his hand on my shoulder.
- O, elini benim omzuma koydu.
- Tom put his hand over the microphone.
- Tom elini mikrofonun üzerine koydu.
- The dictionary is close at hand.
- Sözlük elinizin altında.
- The mother extended her hand to her baby, smiling brightly.
- Işıl ışıl gülümseyen anne, bebeğine elini uzattı.
- Tom is ambidextrous and can use his right hand equally as well as his left.
- Tom iki elini de kullanabiliyor ve sağ elini de sol eli kadar iyi kullanabiliyor.
- Tom shook Mary's hand.
- Tom Mary'nin elini sıktı.
- He hurt his hand when he fell.
- O, düştüğünde elini incitti.
- My hand had to be amputated.
- Elim kesilmek zorunda kaldı.
- The goat ate the food from my hand.
- Keçi, yiyeceği elimden yedi.
- Tom grabbed the letter out of Mary's hand.
- Tom mektubu Mary'nin elinden kaptı.
- Use your other hand, too.
- Diğer elinizi de kullanın.
- A fortune-teller read my hand.
- Bir falcı elime baktı.
- I saw him kiss your hand.
- Elini öptüğünü gördüm.
- Tom held up his hand to stop Mary.
- Tom, Mary'yi durdurmak için elini kaldırdı.
- She held out her hand.
- O elini uzattı.
- Tom ran his hand back through his hair.
- Tom eliyle saçını düzeltti.
- She grabbed my hand.
- Elimi tuttu.
- The young man put out his hand and I shook it.
- Genç adam elini uzattı ve ben de sıktım.
- He burnt his hand on the hot stove.
- O sıcak sobada elini yaktı.
- Let's concentrate on the job at hand.
- Elimizdeki işe konsantre olalım.
- You don't want to get lost, so take your mother's hand.
- Kaybolmak istemiyorsun, bu yüzden annenin elini tut.
- Before he could answer, Mary grabbed Tom by the hand and led him to the dance floor.
- Mary daha cevap veremeden Tom'u elinden tutup dans pistine götürdü.
- He hurt his hand falling.
- O düşerek elini incitti.
- Wealth and health go hand in hand.
- Zenginlik ve sağlık el ele gider.
- He hurt his hand falling.
- Düşerken elini incitti.
- Tom burned his hand on the hot stove.
- Tom sıcak ocakta elini yaktı.
- He seized the child's hand.
- O, çocuğun elini yakaladı.
- Let go of my hand!
- Elimi bırak!
- I burned my hand with an iron.
- Bir ütüyle elimi yaktım.
- My hand had to be amputated.
- Elimin kesilmesi gerekiyordu.
- Only take it if your hand's clean.
- Sadece elin temizse al.
- My grandmother knit that by hand.
- Büyükannem onu elleriyle örerdi.
- Tom put his hand on Mary's forehead to see if she had a fever.
- Tom ateşi var mı diye bakmak için elini Mary'nin alnına koydu.
- The boy put his hand in his pocket.
- Çocuk elini cebine soktu.
- This car can be driven with one hand.
- Bu araba tek elle sürülebilir.
- As she wanted to ask a question, she raised her hand.
- Bir soru sormak istediğinde elini kaldırdı.
- She wanted to ask a question, so she raised her hand.
- Bir soru sormak istiyordu, o yüzden elini kaldırdı.
- He did not put up his hand.
- O, elini havaya kaldırmadı.
- Mary let me kiss her hand.
- Mary onun elini öpmeme izin verdi.
- My hand really hurts.
- Elim gerçekten acıyor.
- Now therefore cursed shalt thou be upon the earth, which hath opened her mouth and received the blood of thy brother at thy hand.
- Bu nedenle, ağzını açıp kardeşinin kanını eline bulaştıran yeryüzü seni lanetlesin.
- Tom put his hand on his pregnant wife's belly.
- Tom elini hamile karısının karnına koydu.
- Mary let me kiss her hand.
- Mary elini öpmeme izin verdi.
- He held out his hand and I took it.
- Elini uzattı ve ben de tuttum.
- Tom put his hand over Mary's mouth.
- Tom elini Mary'nin ağzına koydu.
- The pup snapped at my hand.
- Yavru köpek elimi ısırmaya çalıştı.
- Tom cut his hand with a rusty knife.
- Tom paslı bir bıçakla elini kesti.
- She's scratching her hand.
- Elini kaşıyor.
- I have a rash on my hand.
- Elimde bir kızarıklık var.
- Tom grabbed Mary by the hand.
- Tom Mary'yi elinden yakaladı.
- Tom squeezed Mary's hand.
- Tom Mary'nin elini sıktı.
- She bought a toaster, a coffeemaker, an egg cooker and a hand mixer.
- O bir tost makinesi, bir kahve makinesi, bir yumurta pişirici ve bir el mikseri satın aldı.
- Raise your hand when I call your name.
- Adınızı söylediğimde elinizi kaldırın.
- Tom fell and hurt his hand.
- Tom düştü ve elini incitti.
- Raise your hand if you have a question.
- Sorunuz varsa elinizi kaldırın.
- You can't clap with just one hand.
- Sadece tek elle alkışlayamazsın.
- He put his hand to his forehead.
- Elini alnına götürdü.
- A good surgeon has an eagle's eye, a lion's heart, and a lady's hand.
- İyi bir cerrah bir kartalın gözüne, bir aslanın kalbine ve bir hanımın eline sahiptir.
- I never laid a hand on Tom.
- Tom'a hiç el kaldırmadım.
- Tom pulled his hand away.
- Tom elini çekti.
- He put his hand on his heart.
- Elini kalbinin üzerine koydu.
- The newly married couple walked hand in hand.
- Yeni evli çift el ele yürüdü.
- Washing laundry by hand is hard and time-consuming.
- Elde çamaşır yıkamak zor ve zaman alıcıdır.
- Let go of my hand.
- Ellerimi bırak.
- Takeshi raised his hand to ask a question.
- Takeshi, soru sormak için elini kaldırdı.
- Tom scratched his hand.
- Tom elini kaşıdı.
- I always keep a dictionary close at hand.
- Ben her zaman elimin altında bir sözlük bulundururum.
- The thief was bound hand and foot.
- Hırsızın eli ve ayağı bağlandı.
- Did Tom lay a hand on you?
- Tom sana el sürdü mü?
- I grabbed my little sister's hand, and the two of us started running.
- Küçük kız kardeşimin elini tuttum ve ikimiz koşmaya başladık.
- Tom grabbed the phone out of Mary's hand.
- Tom, Mary'nin elinden telefonu kaptı.
- The cat scratched my hand.
- Kedi elimi tırmaladı.
- Tom ran his hand through his hair.
- Tom elini saçlarında gezdirdi.
- Layla rubbed Sami's hand.
- Leyla, Sami'nin elini ovuşturdu.
- Stretch out your hand to me.
- Elini bana uzat.
- Tom caught the frisbee with one hand.
- Tom frizbiyi tek eliyle yakaladı.
- He touched my hand.
- O, elime dokundu.
- I never laid a hand on Tom.
- Tom'a asla el kaldırmadım.
- Tom tried to scream, but Mary covered his mouth with her hand.
- Tom çığlık atmaya çalıştı ama Mary eliyle ağzını kapattı.
- My hand is fine now.
- Elim şimdi iyi.
- Tom shook Mary's hand vigorously.
- Tom, Mary'nin elini kuvvetlice sıktı.
- He held on to my hand tightly.
- Elimi sıkıca tuttu.
- She let him kiss her hand.
- Elini öpmesine izin verdi.
- She's scratching her hand.
- O, elini kaşıyor.
- The butterfly landed on the hand.
- Kelebek elin üzerine kondu.
- Tom rested his hand on my shoulder.
- Tom elini omzuma koydu.
- Raise your hand if you understand it.
- Anlayan elini kaldırsın.
- Tom placed his hand over the lens.
- Tom lens üzerine elini koydu.
- Tom covered his eyes with one hand.
- Tom bir eliyle gözlerini kapadı.
- He held out his hand.
- Elini uzattı.
- Tom kissed Mary's hand.
- Tom Mary'nin elini öptü.
- The slippery snake slithered right out of his hand.
- Kaygan yılan elinden kayıp gitti.
- They went hand in hand.
- El ele gittiler.
- I put my hand on Tom's shoulder.
- Elimi Tom'un omzuna koydum.
- One hand washes the other.
- Bir el diğerini yıkar.
- Many kiss the hand they wish to cut off.
- Birçok kişi kesmek istediği eli öper.
- Don't let go of my hand.
- Elimi bırakma.
- He squeezed her hand.
- Onun elini sıktı.
- Mary let Tom kiss her hand.
- Mary, Tom'un elini öpmesine izin verdi.
- I live from hand to mouth.
- Elden ele yaşıyorum.
- Take my hand and look me in the eye.
- Ellerimi tut ve gözlerimin içine bak.
- Tom caught the frisbee with one hand.
- Tom bir eliyle frizbi yakaladı.
- Tom held his hand out to Mary.
- Tom, Mary'ye elini uzattı.
- Can you break an egg with one hand?
- Tek elinle bir yumurta kırabilir misin ?
- Tom made a gesture with his hand.
- Tom eliyle bir işaret yaptı.
- Tom took the knife out of Mary's hand.
- Tom, Mary'nin elindeki bıçağı aldı.
- Tom's dog bit Mary's hand.
- Tom'un köpeği Mary'nin elini ısırdı.
- Sami put his hand on Layla's leg.
- Sami elini Layla'nın bacağına koydu.
- She put up her hand to ask a question.
- Bir soru sormak için elini kaldırdı.
- He stared at her hand for a moment.
- Bir an onun eline baktı.
- She raised her hand for the bus to stop.
- Otobüsün durması için elini kaldırdı.
- It seemed like the whole school raised their hand to bid.
- Bütün okul teklif vermek için elini kaldırdı gibi görünüyordu.
- The student raised his hand.
- Öğrenci elini kaldırdı.
- I shook Tom's hand.
- Tom'un elini sıktım.
- Put your hand on my shoulder.
- Elini omzuma koy.
- Show me your hand.
- Bana elini göster.
- A long tongue is a sign of a short hand.
- Uzun bir dil, kısa bir elin işaretidir.
- Tom put his hand over Mary's.
- Tom elini Mary'nin elinin üzerine koydu.
- Take your hand off my neck.
- Çek elini boynumdan.
- You may kiss my hand.
- Elimi öpebilirsin.
- I held up my hand to stop a taxi.
- Taksiyi durdurmak için elimi kaldırdım.
- Have you ever squashed a fly with your hand?
- Hiç elinle sinek ezdin mi?
- I put my hand on her shoulder.
- Elimi onun omzuna koydum.
- We have five fingers on each hand.
- Her elde beş parmağımız var.
- Use your other hand, too.
- Diğer elini de kullan.
- He raised his hand and smiled.
- Elini kaldırdı ve gülümsedi.
- Tom stood in the corner of the room with a gin and tonic in his hand.
- Tom elinde bir cin tonikle odanın köşesinde durdu.
- A surgeon lives with Death, his inseparable companion - I walk hand in hand with him.
- Bir cerrah ölümle birlikte yaşar, onun ayrılmaz yoldaşıdır - ben onunla el ele yürürüm.
- The plate slipped from her hand and crashed to the floor.
- Tabak elinden kaydı ve yere düştü.
- He was bound hand and foot.
- Onun eli kolu bağlıydı.
- Tom felt Mary's hand on his shoulder.
- Tom, Mary'nin elini omzunda hissetti.
- Tom grabbed my hand.
- Tom elimi tuttu.
- Did Tom lay a hand on you?
- Tom sana el kaldırdı mı?
- Please don't let go of my hand.
- Lütfen elimi bırakma.
- He placed his hand on my shoulder.
- Elini omzuma koydu.
- Tom reached for Mary's hand.
- Tom Mary'nin eline uzandı.
- Naomi shifted her bag from one hand to the other.
- Naomi çantasını bir elinden diğerine geçirdi.
- It's hard to swat a fly with your bare hand.
- Bir sineği çıplak elle kovalamak zordur.
- Never bite the hand that feeds you.
- Seni besleyen eli asla ısırma.
- The student raised her hand.
- Öğrenci elini kaldırdı.
- She grabbed his hand.
- Onun elini tuttu.
- Put your hand down.
- Elini indir.
- He raised his hand.
- Elini kaldırdı.
- Tom covered his mouth with his hand.
- Tom eliyle ağzını kapattı.
- Tom stared at the envelope in Mary's hand, wondering who the letter was from.
- Tom, Mary'nin elindeki zarfa baktı ve mektubun kimden geldiğini merak etti.
- My hand is too full!
- Elim çok dolu!
- It's better to have larger hands than smaller hands when playing the piano.
- Piyano çalarken küçük ellere sahip olmaktansa büyük ellere sahip olmak daha iyidir.
- Have you ever squashed a fly with your hand?
- Sen hiç elinle bir sinek ezdin mi?
- I saw Jim and Mary taking a walk hand in hand in the park.
- Jim ve Mary'nin parkta el ele yürüdüklerini gördüm.
- Give me a hand here.
- Şuraya bir el at.
- Anyone with an opinion please raise their hand.
- Bir fikri olan varsa lütfen elini kaldırsın.
- You must swear with your hand on the Bible.
- İncil'e el basarak yemin etmelisin.
- Michael caught her by the hand.
- Michael onu elinden yakaladı.
- I want you to push against my hand as hard as you can.
- Elimi olabildiğince sert itmenizi istiyorum.
- I squeezed his hand.
- Elini sıktım.
- Tom shook my hand.
- Tom elimi sıktı.
- He caught me by the hand.
- Beni elimden yakaladı.
- Always have your dictionary close at hand.
- Daima sözlüğünü el altında bulundur.
- Tom felt Mary's hand on his shoulder.
- Tom omuzunda Mary'nin elini hissetti.
- Shake my hand.
- Elimi salla.
- He held out his hand to me.
- Bana elini uzattı.
- He put a Band-Aid on his hand.
- Eline yara bandı yapıştırdı.
- Tom raised his hand to get the teacher's attention.
- Tom öğretmenin dikkatini çekmek için elini kaldırdı.
- Tom accidentally cut his hand when he was slicing carrots.
- Tom havuç keserken yanlışlıkla elini kesti.
- Tom put his hand over Mary's mouth.
- Tom elini Mary'nin ağzının üstüne koydu.
- Tom ran his hand back through his hair.
- Tom elini saçlarının arasından geçirdi.
- A student raised his hand when the teacher finished the reading.
- Öğretmen okumayı bitirdiğinde bir öğrenci elini kaldırdı.
- If you have a question, please raise your hand.
- Bir sorunuz varsa lütfen elinizi kaldırın.
- Tom put his hand out to stop Mary.
- Tom Mary'yi durdurmak için elini çıkardı.
- Mary fell and hurt her hand.
- Mary düştü ve elini incitti.
- Tom put his hand on Mary's shoulder.
- Tom Mary'nin omzuna elini koydu.
- He wrenched the letter from my hand.
- O, mektubu elimden zorla aldı.
- Can you break an egg with one hand?
- Tek elle yumurta kırabilir misin?
- Tom is wearing his wedding ring on the wrong hand.
- Tom evlilik yüzüğünü yanlış eline takıyor.
- It was that dog that bit my hand.
- Elimi ısıran o köpekti.
- Tom put his hand on mine.
- Tom elini benimkinin üstüne koydu.
- He's running his hand through his wavy, brown hair.
- Elini dalgalı, kahverengi saçlarında gezdiriyor.
- If you understand, raise your hand.
- Anladıysanız, elinizi kaldırın.
- He put his hand on my knee under the table.
- Masanın altında elini dizime koydu.
- Tom has a hot hand.
- Tom'un sıcak bir eli var.
- Give me a hand with this.
- Şuna bir el at.
- Jim raised his hand.
- Jim elini kaldırdı.
- Liisa put her hand on Markku's shoulder.
- Liisa elini Markku'nun omzuna koydu.
- She raised her hand.
- Elini kaldırdı.
- I have a rash on my hand.
- Elimde bir kaşıntı var.
- I burned my hand with an iron.
- Elimi ütüyle yaktım.
- Tom has a robotic hand.
- Tom'un robotik bir eli var.
- Stick to the task at hand.
- Elinizdeki göreve sadık kalın.
- Apart from that, I always pay attention to my hand hygiene.
- Onun dışında el hijyenime her zaman dikkat ederim.
- Tom's dog bit my hand.
- Tom'un köpeği elimi ısırdı.
- Sami fell to the ground and cut his hand.
- Sami yere düştü ve elini kesti.
- Then the pen fell from my hand and I just listened.
- Sonra dolma kalem elimden düştü ve ben sadece dinledim.
- He stuck his hand into the pouch, and felt around for one of the stones.
- Elini keseye soktu ve taşlardan birini bulmaya çalıştı.
- Sami said he never laid a hand on Layla.
- Sami, Layla'ya asla el kaldırmadığını söyledi.
- The wind blew the umbrella out of my hand.
- Rüzgar, şemsiyemi elimden uçurdu.
- She broke her hand punching the wall.
- Duvarı yumruklarken elini kırdı.
- He held the wheel with one hand and waved to me with the other.
- Bir eliyle direksiyonu tutarken diğer eliyle bana el sallıyordu.
- The judge raised his hand to shush Tom.
- Yargıç Tom'u susturmak için elini kaldırdı.
- Tom bandaged Mary's hand.
- Tom Mary'nin elini bandajladı.
- Let go of my hand!
- Bırak elimi!
- You can drive this car with one hand.
- Bu arabayı tek elle sürebilirsin.
- Did you sew this by hand?
- Bunu elinizde mi diktiniz?
- Takeshi raised his hand to ask a question.
- Takeshi, bir soru sormak için elini kaldırdı.
- Tom shook Mary's hand vigorously.
- Tom, Mary'nin elini şiddetle sıktı.
- The thumb is the outstanding part of the human hand.
- Başparmak insan elinin seçkin bir parçasıdır.
- The photograph was passed from hand to hand.
- Fotoğraf elden ele dolaştı.
- He reached across the table and shook my hand.
- Masaya uzandı ve elimi sıktı.
- If you don't understand, please raise your hand.
- Anlamadıysanız, lütfen elinizi kaldırın.
- He held out his hand to me.
- O, elini bana uzattı.
- She broke her hand punching the wall.
- O duvara yumruk atarken elini kırdı.
- Would you lend me a hand?
- Bana yardım eli uzatır mısın?
- She held on to my hand tightly.
- O, elimden sıkıca tuttu.
- They found gunshot residue on the victim's hand.
- Kurbanın elinde barut kalıntısı buldular.
- That student raised his hand to ask a question.
- O öğrenci soru sormak için elini kaldırdı.
- The gentleman kissed the lady's hand.
- Beyefendi hanımefendinin elini öptü.
- Tom held up his hand.
- Tom elini kaldırdı.
- Tom gave Mary's hand a squeeze.
- Tom, Mary'nin elini sıktı.
- The cat dug its claws into my hand.
- Kedi patilerini elime geçirdi.
- Tom wasn't able to catch the ball with one hand.
- Tom topu tek elle yakalayamadı.
- He let out an exaggerated groan and put his hand on the doorknob.
- O, abartılı bir inleme çıkardı ve elini kapı tokmağına koydu.
- Jim put his hand up.
- Jim elini kaldırdı.
- Hey, can you lend a hand here?
- Hey, bir el atabilir misin?
- I put my hand on his shoulder.
- Ben elimi onun omzuna koydum.
- I watched John and Mary walking hand in hand.
- John ve Mary'yi el ele yürürken izledim.
- Give me your hand, Tom.
- Elini bana ver, Tom.
- Raise your hand to the sky.
- Elini havaya kaldır.
- The baby held out his tiny hand.
- Bebek minik elini uzattı.
- I want you to push against my hand as hard as you can.
- Elimi tüm gücünüzle itmenizi istiyorum.
- Run as fast as you can and don't let go of my hand.
- Mümkün olduğunca hızlı koş ve elimi bırakma.
- He seized the child's hand.
- Çocuğun elini tuttu.
- He did not put up his hand.
- Elini kaldırmadı.
- Did you sew this by hand?
- Bunu elinle mi diktin?
- Raise your hand if you have finished the composition.
- Kompozisyonu bitirenler el kaldırsın.
- She raised her hand to ask a question.
- Bir soru sormak için elini kaldırdı.
- The hand has five fingers.
- Elin beş parmağı var.
- Get your hand off me.
- Çek ellerini üzerimden.
- These plates are hand painted.
- Bu tabaklar elle boyanmış.
- Tom put his hand over his heart.
- Tom elini kalbinin üzerine koydu.
- He burnt his hand on the hot stove.
- Elini sıcak sobanın üzerinde yaktı.
- Tom put his hand on top of Mary's.
- Tom elini Mary'ninkinin üstüne koydu.
- Tom grabbed Mary by the hand.
- Tom, Mary'nin elini tuttu.
- She climbed a rope hand over hand.
- Bir ipe el ele tırmandı.
- Tom pushed her hand away.
- Tom onun elini itti.
- She held on to my hand tightly.
- Elimi sıkıca tuttu.
- He hurt his hand when he fell.
- Düştüğünde elini incitti.
- I held up my hand to stop a taxi.
- Bir taksi durdurmak için elimi kaldırdım.
- The glass dropped from his hand.
- Bardak elinden düştü.
- He held the wheel with one hand and waved to me with the other.
- O bir eliyle direksiyonu tuttu ve diğeriyle bana el salladı.
- Tom coughed into his hand.
- Tom eline öksürdü.
- Tom put his hand on top of Mary's.
- Tom elini Mary'nin üstüne koydu.
- Let go of my hand.
- Elimi bırak.
- I took my little sister by the hand when we crossed the street.
- Karşıdan karşıya geçerken küçük kız kardeşimin elinden tuttum.
- Tom reached over and took Mary's hand.
- Tom uzandı ve Mary'nin elini tuttu.
- He took her hand and sat down beside her.
- Onun elini tuttu ve yanına oturdu.
- He kissed my hand.
- Elimi öptü.
- Tom wiped his hand on his pants.
- Tom elini pantolonuna sildi.
- Tom has never laid a hand on me.
- Tom asla bana elini sürmedi.
- She let go of the boy's hand.
- Çocuğun elini bıraktı.
- He held out his hand for more.
- Daha fazlası için elini uzattı.
- Tom held out his hand.
- Tom elini uzattı.
- Tom can do that with one hand.
- Tom bunu tek eliyle yapabilir.
- Tom caught the frisbee with one hand.
- Tom frizbiyi tek elle yakaladı.
- Stretch out your hand to me.
- Bana elini uzat.
- My hand was burned.
- Elim yandı.
- You have to raise your hand if you want to speak at the meeting.
- Toplantıda konuşmak istiyorsanız elinizi kaldırmalısınız.
- Raise your hand before you answer.
- Cevap vermeden önce elinizi kaldırın.
- I let go of Tom's hand.
- Tom'un elini bırakmıştım.
- My hand is so numb with cold that I can't move my fingers.
- Elim soğuktan o kadar uyuşmuş ki parmaklarımı hareket ettiremiyorum.
- I held Tom's hand.
- Tom'un elini tuttum.
- Tom placed his hand over the lens.
- Tom elini objektifin üzerine koydu.
- He made a gesture with his hand.
- Eliyle bir hareket yaptı.
- Tom held Mary's hand and gave her tissues to wipe her tears.
- Tom, Mary'nin elini tuttu ve gözyaşlarını silmesi için ona mendil verdi.
- John's hand is clean.
- John'un eli temiz.
- I'll raise my hand as a signal.
- Bir sinyal olarak elimi kaldıracağım.
- I felt as if a cold hand was touching me.
- Sanki soğuk bir el bana dokunuyormuş gibi hissettim.
- They walked hand in hand.
- El ele yürüdüler.
- Let's try to stay focused on the problem at hand.
- Elimizdeki soruna odaklanmaya çalışalım.
- I let go of Tom's hand.
- Tom'un elini bıraktım.
- Do you walk hand in hand?
- El ele mi yürüyorsunuz?
- May I shake your hand?
- Elinizi sıkabilir miyim?
- I put my hand on his shoulder.
- Elimi omzuna koydum.
- He put a hand gently on her shoulder.
- Omuzuna hafifçe elini koydu.
- The thief got his hand cut off.
- Hırsızın eli kesilmiş.
- Anyone with an opinion please raise their hand.
- Fikri olan lütfen elini kaldırsın.
- She grabbed him by the hand.
- Onu elinden tuttu.
- Will you lend a hand, Taro?
- Bir el atar mısın Taro?
- I broke my hand!
- Elimi kırdım!
- I was handed a note when I entered the gate.
- Kapıdan girdiğimde elime bir not tutuşturdular.
- Mary pushed his hand away.
- Mary onun elini bir kenara itti.
- My hand is in warm water.
- Elim ılık suda.
- I burnt my hand while pouring hot water.
- Sıcak su dökerken elimi yaktım.
- Tom held Mary's hand under the table.
- Tom, Mary'nin elini masanın altında tuttu.
- This car can be driven with one hand.
- Bu arabayı tek elle sürmek mümkün.
- He kissed the back of her hand.
- Onun elinin arkasını öptü.
- Tom didn't lay a hand on me.
- Tom bana el kaldırmadı.
- She wanted to ask a question, so she raised her hand.
- O bir soru sormak istedi, bu yüzden elini kaldırdı.
- The man raised his hand to ask a question.
- Adam bir soru sormak için elini kaldırdı.
- She held my hand firmly.
- O sıkıca benim elimi tuttu.
- Don't put your hand out the window.
- Elini pencereden dışarı çıkarma.
- Tom put out his hand and stopped Mary.
- Tom elini çıkardı ve Mary'yi durdurdu.
- An old man came up and shook Lincoln's hand.
- Yaşlı bir adam geldi ve Lincoln'ün elini sıktı.
- Tom gave Mary a hand.
- Tom Mary'e elini uzattı.
- My hand is in warm water.
- Elim sıcak suyun içinde.
- Then the pen fell from my hand and I just listened.
- Sonra kalem elimden düştü ve sadece dinledim.
- Tom held his hand out to Mary.
- Tom elini Mary'ye uzattı.
- The judge raised his hand to shush Tom.
- Hakim, Tom'u susturmak için elini kaldırdı.
- Can I shake your hand?
- Elini sıkabilir miyim?
- Tom hasn't even held Mary's hand yet.
- Tom henüz Mary'nin elini bile tutmadı.
- Tom shook Mary's hand.
- Tom, Mary'nin elini sıktı.
- Tom can do that with one hand.
- Tom bunu bir eliyle yapabilir.
- Please let go of my hand.
- Lütfen elimi bırak.
- Raise your hand if I read your name.
- Adını okuyan elini kaldırsın.
- He can write with either hand.
- Her iki eliyle de yazabilir.
- Tom put his hand on his pregnant wife's belly.
- Tom hamile karısının karnına elini koydu.
- The resolution to the problem was close at hand.
- Problemin çözümü elinizin altındaydı.
- Tom shoved some money into Mary's hand.
- Tom Mary'nin eline biraz para sıkıştırdı.
- Tom put his hand up.
- Tom elini kaldırdı.
- She needs a hand.
- Yardım eline ihtiyacı var.
- The pupil held up his hand to ask a question.
- Öğrenci, bir soru sormak için elini kaldırdı.
- He grabbed the letter out of my hand.
- Mektubu elimden kaptı.
- How did you burn your hand?
- Elini nasıl yaktın?
- Raise your hand.
- Elinizi kaldırın.
- Tom held Mary's hand and gave her tissues to wipe her tears.
- Tom, Mary'nin elini tuttu ve gözyaşlarını silmesi için mendilini ona verdi.
- Paul stood with his hand shading his eyes.
- Paul ellerini gözlerine gölge yaparak durdu.
- He came at me with a knife in his hand.
- Elinde bir bıçakla bana doğru geldi.
- Get your hand off me.
- Çek elini üzerimden.
- A good surgeon has an eagle's eye, a lion's heart, and a lady's hand.
- İyi bir cerrahın kartal gibi bir gözü, aslan gibi bir kalbi ve hanımefendi gibi bir eli vardır.
- He grabbed her hand.
- Kızın elini tuttu.
- Tom grabbed the phone out of Mary's hand.
- Tom telefonu Mary'nin elinden kaptı.
- He put his hand gently on her shoulder.
- Elini nazikçe kızın omzuna koydu.
- She felt something touch her hand.
- O bir şeyin eline dokunduğunu hissetti.
- He held out his hand for more.
- O, daha fazlası için elini uzattı.
- Tom kissed her hand, making her blush.
- Tom onun elini öptü, onu kızarttı.
- The child took her mother's hand.
- Çocuk annesinin elini tuttu.
- One of the students raised his hand to ask a question.
- Öğrencilerden biri soru sormak için elini kaldırdı.
- She laughed the way schoolgirls do, with her hand over her mouth.
- O eli ağzının üzerinde okul kızlarının yapma tarzına güldü.
- Tom raised his hand.
- Tom elini kaldırdı.
- Raise your hand if you know the answer.
- Cevabı biliyorsanız elinizi kaldırın.
- Tom stared at the envelope in Mary's hand, wondering who the letter was from.
- Tom, mektubun kimden geldiğini merak ederek, Mary'nin elindeki zarfa baktı.
- He put his hand to his mouth and coughed.
- Elini ağzına götürdü ve öksürdü.
- All students of English should have a good English-English dictionary at hand.
- Tüm İngilizce öğrencilerinin elinde iyi bir İngilizce-İngilizce sözlük olmalıdır.
- These plates are hand painted.
- Bu tabaklar elle boyanmıştır.
- I squeezed Tom's hand.
- Tom'un elini sıktım.
- He put a Band-Aid on his hand.
- O, eline bir yara bandı yapıştırdı.
- I got dealt a bad hand.
- Kötü bir elim var.
- I always keep a dictionary close at hand.
- Her zaman elimin altında bir sözlük bulundururum.
- A group of students built an orthopaedic hand using a 3-D printer.
- Bir grup öğrenci 3 boyutlu yazıcı kullanarak ortopedik bir el yaptı.
- Tom put his hand on Mary's arm.
- Tom elini Mary'nin koluna koydu.
- Tom put his hand on his heart.
- Tom elini kalbinin üzerine koydu.
- A hand has five fingers.
- Bir elin beş parmağı vardır.
- The wind blew the umbrella out of her hand.
- Rüzgar şemsiyeyi elinden uçurdu.
- The boy touched the hot stove and burnt his hand.
- Çocuk sıcak sobaya dokundu ve elini yaktı.
- You cannot catch a heavy box with one hand.
- Ağır bir kutuyu tek elle yakalayamazsın.
- The thief was bound hand and foot.
- Hırsızın eli ayağı bağlıydı.
- The thief got his hand cut off.
- Hırsız elini kestirdi.
- There were no holds for hand or foot on the rock.
- Kayanın üzerinde el ya da ayak için tutunacak yerler yoktu.
- Tom held Mary's hand.
- Tom Mary'nin elini tuttu.
- She gave me a hand gesture I didn't understand.
- O bana anlamadığım bir el hareketi yaptı.
- The brave knight steps forward and kisses the lady on the hand.
- Cesur şövalye öne çıktı ve hanımefendinin elini öptü.
- Tom laid his hand on Mary's arm.
- Tom elini Mary'nin koluna koydu.
- He took her by the hand.
- Onu elinden tuttu.
- Mary fell and hurt her hand.
- Mary düştü ve elini yaraladı.
- You have to raise your hand if you want to speak at the meeting.
- Toplantıda konuşmak isterseniz elinizi kaldırmak zorundasınız.
- I took the little girl by the hand.
- Küçük kızı elinden tuttum.
- You can't clap with just one hand.
- Tek elle alkış olmaz.
- I didn't raise my hand.
- Elimi kaldırmadım.
- He lifted her hand and kissed it.
- O onun elini kaldırdı ve onu öptü.
- Tom put a hand on Mary's right shoulder.
- Tom bir elini Mary'nin sağ omzuna koydu.
- Tom put his hand on Mary's.
- Tom elini Mary'ninkinin üzerine koydu.
- Tom raised his hand to ask a question.
- Tom bir soru sormak için elini kaldırdı.
- Tom caught the ball with one hand.
- Tom tek elle topu yakaladı.
- Focus on the task at hand.
- Elinizdeki işe odaklanın.
- Tom held Mary's hand very tightly and wouldn't let go.
- Tom, Mary'nin elini çok sıkı tuttu ve bırakmadı.
- My hand was burned.
- Elim yanmıştı.
- He touched my hand.
- Elime dokundu.
- My hand is so numb with cold that I can't move my fingers.
- Elim soğuktan o kadar uyuştu ki parmaklarımı oynatamıyorum.
- Tom was the first one to raise his hand.
- İlk elini kaldıran Tom oldu.
- Tom came at me with a knife in his hand.
- Tom elinde bir bıçakla üzerime geldi.
- I stretched out my hand for the book.
- Elimi kitaba doğru uzattım.
- Your dog bit my hand.
- Köpeğiniz elimi ısırdı.
- Will you take your hand off me?
- Elini üzerimden çeker misin?
- She held out her hand and I shook it.
- Elini uzattı ve ben de sıktım.
- He held out his hand.
- O, elini uzattı.
- The goat ate the food from my hand.
- Keçi elimdeki yemeği yedi.
- Tom squeezed Mary's hand reassuringly.
- Tom, Mary'nin elini güven verici bir şekilde sıktı.
- You can't shake someone's hand with a clenched fist.
- Sıkılmış bir yumrukla kimsenin elini sıkamazsın.
- Take your hand off my back.
- Ellerini sırtımdan çek.
- The hand that rocks the cradle rules the world.
- Beşik sallayan el, dünyayı yönetir.
- The baby held out his tiny hand.
- Bebek ufacık elini uzattı.
- Put your hand up when I call your name.
- Adını söylediğimde elini kaldır.
- The slippery snake slithered right out of his hand.
- Kaygan yılan onun tam elinin dışına kaydı.
- Tom put his hand over his face.
- Tom elini yüzünün üzerine koydu.
- Tom shyly raised his hand.
- Tom utangaç bir biçimde elini kaldırdı.
- He put his hand on his heart.
- Elini kalbine koydu.
- A group of students built an orthopaedic hand using a 3-D printer.
- Bir grup öğrenci, 3 boyutlu bir yazıcı kullanarak ortopedik bir el hazırladı.
- The small dog bit Tom's hand and drew a little blood.
- Küçük köpek Tom'un elini ısırdı ve biraz kan aktı.
- Tom made a gesture with his hand.
- Tom eliyle bir jest yaptı.
Show More (691)
|
2 |
hand |
vermek |
v. |
|
- This period should in fact allow sufficient leeway for the ECJ to hand down a clarificatory ruling.
- Bu süre aslında ATAD'ın açıklayıcı bir karar vermesi için yeterli bir zaman aralığı tanımalıdır.
- This manner of doing things hands the initiative to the most radical people and takes it away from the moderates.
- İşlerin bu şekilde yürütülmesi, inisiyatifi en radikal kişilere verir ve ılımlıların elinden alır.
- Tom handed the key to Mary.
- Tom anahtarı Mary'ye verdi.
- The president handed the speech to the reporter.
- Başkan, muhabire demeç verdi.
- Hand me that sword!
- Ver şu kılıcı bana!
- Tom handed the keys to Mary.
- Tom anahtarları Mary'ye verdi.
- Would you hand me the screwdriver?
- Bana tornavidayı verir misin?
- Tom handed a note to Mary.
- Tom, Mary'ye bir not verdi.
- Tom handed me an envelope.
- Tom bana bir zarf verdi.
- I handed a map to him.
- Ona bir harita verdim.
- Tom, please hand me the hammer.
- Tom, lütfen bana çekici ver.
- Tom handed the envelope full of cash to Mary.
- Tom para dolu zarfı Mary'ye verdi.
- Please hand me the dictionary.
- Lütfen sözlüğü bana ver.
- Tom glanced at the note that Mary had handed to him.
- Tom, Mary'nin ona verdiği nota baktı.
- I handed the letter to Tom.
- Mektubu Tom'a verdim.
- Tom handed the money to Mary.
- Tom parayı Mary'ye verdi.
- Fadil handed Dania a gun.
- Fadıl, Dania'ya bir silah verdi.
- I handed Tom the letter.
- Tom'a mektubu ben verdim.
- Tom handed Mary a thick gray envelope.
- Tom, Mary'ye kalın gri bir zarf verdi.
- Tom handed Mary an energy drink.
- Tom Mary'ye enerji içeceği verdi.
- Sami handed Layla a shotgun.
- Sami, Layla'ya bir av tüfeği verdi.
- Tom poured two glasses of orange juice and handed one to Mary.
- Tom iki bardak portakal suyu doldurdu ve birini Mary'ye verdi.
- Hand me my towel.
- Havlumu ver.
- Tom handed Mary the photographs.
- Tom fotoğrafları Mary'ye verdi.
- Tom wrote his phone number on a napkin and handed it to Mary.
- Tom telefon numarasını bir peçeteye yazıp Mary'ye verdi.
- Tom handed the photo back to Mary.
- Tom fotoğrafı Mary'ye geri verdi.
- Tom handed Mary a small envelope.
- Tom Mary'ye küçük bir zarf verdi.
- Tom reluctantly handed Mary the money.
- Tom parayı gönülsüzce Mary'ye verdi.
- I had intended to hand the document to him, but I forgot to.
- Ben belgeyi ona vermek istemiştim ama unuttum.
- Tom handed Mary a bottle of pills.
- Tom, Mary'ye bir şişe hap verdi.
- Hand me that book.
- O kitabı bana ver.
- Tom handed Mary a small envelope.
- Tom, Mary'e küçük bir zarf verdi.
- Tom handed Mary a book.
- Tom, Mary'ye bir kitap verdi.
- Tom handed Mary a knife so she could peel the apples.
- Tom, Mary'ye elmaları soyması için bir bıçak verdi.
- She handed me a postcard.
- O bana bir kartpostal verdi.
- Please hand me my coat?
- Lütfen bana ceketimi ver.
- Tom picked up John's briefcase and handed it to him.
- Tom, John'un evrak çantasını aldı ve ona verdi.
- Tom handed a small envelope to Mary.
- Tom Mary'ye küçük bir zarf verdi.
- Tom picked the book up and handed it to Mary.
- Tom kitabı aldı ve Mary'ye verdi.
- Tom handed a set of keys to Mary.
- Tom, Mary'ye bir dizi anahtar verdi.
- I had intended to hand the document to him, but I forgot to.
- Belgeyi ona vermek niyetindeydim ama vermeyi unuttum.
- Hand me that box.
- Ver şu kutuyu.
- All you have to do is to hand this book to him.
- Tek yapman gereken bu kitabı ona vermek.
- Hand me my slippers.
- Terliklerimi ver.
- Tom handed Mary her bag.
- Tom çantasını Mary'ye verdi.
- Tom handed me a shovel and told me to start digging.
- Tom bana bir kürek verdi ve kazmaya başlamamı söyledi.
- Tom handed Mary a paper cup.
- Tom Mary'ye bir kağıt bardak verdi.
- She handed him the money.
- Parayı ona verdi.
- Tom handed me a sandwich.
- Tom bana bir sandviç verdi.
- Hand me that hammer.
- Şu çekici bana ver.
- Hand me that broom.
- Şu süpürgeyi bana ver.
- Tom handed Mary his cell phone.
- Tom Mary'ye cep telefonunu verdi.
- Tom handed the contract to Mary.
- Tom sözleşmeyi Mary'ye verdi.
- Hand me a tissue.
- Bana bir mendil ver.
- Can you hand me a tissue?
- Bana bir kağıt mendil verebilir misin?
- Hand me that sword!
- Bana o kılıcı ver!
- She handed him his jacket.
- Ona ceketini verdi.
- Tom handed the picture to Mary.
- Tom resmi Mary'ye verdi.
- I dried myself with the towel Tom handed me.
- Tom'un bana verdiği havluyla kendimi kuruttum.
- Hand me that laptop.
- Ver şu laptopu.
- Please hand me my coat?
- Lütfen ceketimi verir misin?
- Please hand me my cane.
- Lütfen bastonumu ver.
- Nobody handed Tom anything.
- Kimse Tom'a bir şey vermedi.
- Tom reluctantly handed Mary the money.
- Tom parayı Mary'ye isteksizce verdi.
- Tom handed the letter to me.
- Tom mektubu bana verdi.
- I handed the map to Tom.
- Haritayı Tom'a verdim.
- Tom handed Mary a book.
- Tom Mary'ye bir kitap verdi.
- Tom handed Mary a plain white envelope.
- Tom Mary'ye düz beyaz bir zarf verdi.
- Tom handed Mary a small brown bag.
- Tom, Mary'ye küçük kahverengi bir çanta verdi.
- Tom handed Mary the money.
- Tom parayı Mary'ye verdi.
- Tom handed Mary a twenty-dollar bill.
- Tom Mary'ye yirmi dolarlık bir banknot verdi.
- I made out a check for $25 and handed it to the salesperson.
- 25 dolarlık bir çek düzenledim ve onu satış elemanına verdim.
- Tom handed his cellphone to Mary.
- Tom cep telefonunu Mary'ye verdi.
- Hand me that bag.
- O çantayı bana ver.
- I handed Tom my flashlight.
- Tom'a el fenerimi verdim.
- Please hand me those scissors.
- Lütfen şu makası bana ver.
- Hand me the knife.
- Bıçağı bana ver.
- Hand me the pliers.
- Bana penseyi ver.
- Hand me that sword.
- Ver şu kılıcı bana.
- Tom handed it to Mary.
- Tom onu Mary'e verdi.
- Tom handed Mary a blue folder.
- Tom, Mary'ye mavi bir dosya verdi.
- Hand me the hammer, will you?
- Bana çekici ver, olur mu?
- Hand me that hammer.
- O çekici bana ver.
- Hand me the glue and the scissors in that box, please.
- Şu kutudaki yapıştırıcıyı ve makası bana ver lütfen.
- Tom handed Mary a list of questions.
- Tom, Mary'ye soruların bir listesini verdi.
- Tom handed me the package.
- Tom bana paketi verdi.
- Tom handed Mary her jacket.
- Tom, Mary'ye ceketini verdi.
- She handed me a sheet of paper.
- Bana bir kâğıt yaprak verdi.
- Tom handed Mary a sealed envelope.
- Tom Mary'ye mühürlü bir zarf verdi.
- Tom handed Mary a glass of champagne.
- Tom Mary'ye bir bardak şampanya verdi.
- Hand it over.
- Onu bana ver.
- Could someone hand me a knife?
- Biri bana bıçak verebilir mi?
- Tom handed the package to me.
- Tom paketi bana verdi.
- Hand it to me.
- Onu bana ver.
- Tom handed a cocktail to Mary.
- Tom Mary'ye bir kokteyl verdi.
- Tom handed the knife to Mary.
- Tom bıçağı Mary'ye verdi.
- Tom read the note from Mary and then handed it to John.
- Tom, Mary'den gelen notu okudu ve sonra John'a verdi.
- Tom handed the phone to Mary.
- Tom telefonu Mary'ye verdi.
- Can you hand me a tissue?
- Bana bir mendil verir misin?
- Hand me the wrench.
- Anahtarı bana ver.
- Could someone hand me a knife?
- Biri bana bir bıçak verebilir mi?
- Hand me the letter.
- Mektubu bana ver.
- Tom handed Mary an envelope.
- Tom Mary'ye bir zarf verdi.
- Tom read the note from Mary and then handed it to John.
- Tom Mary'den gelen notu okudu ve sonra onu John'a verdi.
- Hand me that bag.
- Ver şu çantayı bana.
- Tom handed the picture back to Mary.
- Tom resmi Mary'ye geri verdi.
- Tom handed Mary the letter.
- Tom mektubu Mary'ye verdi.
- Tom handed Mary his cell phone.
- Tom cep telefonunu Mary'ye verdi.
- Tom handed Mary the key.
- Tom anahtarı Mary'ye verdi.
- Tom handed Mary a glass of water and two aspirins.
- Tom, Mary'ye bir bardak su ve iki aspirin verdi.
- Tom handed Mary a list of questions.
- Tom Mary'ye bir soru listesi verdi.
- Tom handed Mary a piece of paper with his address written on it.
- Tom Mary'ye üzerinde adresi yazılı bir kağıt parçası verdi.
- Hand me that umbrella.
- Şu şemsiyeyi bana ver.
- Tom handed Mary a note.
- Tom Mary'ye bir not verdi.
- Hand over the wallet, and nobody gets hurt.
- Cüzdanı ver, kimsenin canı yanmasın.
- Hand it over!
- Versene şunu!
- Hand me the glue.
- Tutkalı bana ver.
- I handed Tom the letter.
- Tom'a mektubu verdim.
- Tom handed Mary a white envelope.
- Tom Mary'ye beyaz bir zarf verdi.
- Would you hand me the suitcase, please?
- Bavulu bana verir misin lütfen?
- Tom handed Mary some pictures.
- Tom Mary'ye bazı resimler verdi.
- Tom closed his briefcase and handed it to Mary.
- Tom çantasını kapatıp Mary'ye verdi.
- Tom handed the newspaper to Mary.
- Tom gazeteyi Mary'ye verdi.
- She handed him the key.
- O, ona anahtarı verdi.
- The nurse handed Tom some pills and he took them.
- Hemşire Tom'a birkaç hap verdi ve o da içti.
- Tom handed Mary a brown bag.
- Tom Mary'ye kahverengi bir çanta verdi.
- Hand me that small screwdriver.
- Şu küçük tornavidayı bana ver.
- Hand back the tape tomorrow.
- Yarın teybi geri ver.
- Tom handed a glass of wine to Mary.
- Tom, Mary'ye bir bardak şarap verdi.
- Could you hand me that hammer?
- Şu çekici bana verir misin?
- Hand me that magazine.
- O dergiyi bana ver.
- Tom handed Mary a sandwich.
- Tom Mary'ye bir sandviç verdi.
- Hand me the briefcase.
- Bana çantayı ver.
- Tom handed Mary the remote control.
- Tom uzaktan kumandayı Mary'ye verdi.
- Tom took two sandwiches out of the picnic basket and handed one to Mary.
- Tom piknik sepetinden iki sandviç çıkardı ve birini Mary'ye verdi.
- Tom handed Mary the message.
- Tom mesajı Mary'ye verdi.
- Hand me that box of pins.
- Şu iğne kutusunu bana ver.
- Hand it to Tom.
- Onu Tom'a ver.
- I handed the mike to Tom.
- Mikrofonu Tom'a verdim.
- The president handed the speech to the reporter.
- Başkan konuşmayı muhabire verdi.
- Dan handed the map to Linda.
- Dan haritayı Linda'ya verdi.
- Tom handed a note to me.
- Tom bana bir not verdi.
- Tom handed Mary a box of tissues.
- Tom, Mary'ye bir kutu mendil verdi.
- Hand me my sword.
- Kılıcımı ver.
- Tom handed me the phone.
- Tom telefonu bana verdi.
- Tom handed Mary the keys.
- Tom anahtarları Mary'ye verdi.
- Tom handed Mary his wallet.
- Tom Mary'ye cüzdanını verdi.
- Hand me my mug.
- Bana bardağımı ver.
- He handed a note to me.
- Bana bir not verdi.
- Tom handed a note to Mary.
- Tom Mary'ye bir not verdi.
- Please hand me that pen.
- Lütfen o kalemi bana ver.
- Sami handed Layla a copy of the Quran.
- Sami Leyla'ya bir Kuran verdi.
- Hand me a tissue.
- Bana bir kağıt mendil ver.
- Hand me that box.
- Bana o kutuyu ver.
- Hand me my sword!
- Kılıcımı bana ver!
- Tom picked an apple from the tree and handed it to me.
- Tom ağaçtan bir elma koparıp bana verdi.
- Could you hand me that wrench?
- O İngiliz anahtarını bana verebilir misin?
- Hand me the hammer, will you?
- Çekici bana ver, olur mu?
- Would you hand me the suitcase, please?
- Bavulu bana verir misiniz lütfen?
- Hand over the map!
- Haritayı ver!
- Hand back the tape tomorrow.
- Kaseti yarın geri ver.
- Tom handed his son a lollipop.
- Tom oğluna bir lolipop verdi.
- Hand me a towel.
- Bana bir havlu ver.
- I handed him a map.
- Ona bir harita verdim.
- Can you hand me a towel?
- Bana havluyu verebilir misin?
- Tom handed the file to Mary.
- Tom dosyayı Mary'ye verdi.
- Tom handed his keys to the parking attendant.
- Tom anahtarlarını park görevlisine verdi.
- She handed him his jacket then opened the door and asked him to leave.
- Ona ceketini verdi, sonra kapıyı açtı ve gitmesini istedi.
- Tom handed Mary a check for half a million dollars.
- Tom, Mary'ye yarım milyon dolarlık bir çek verdi.
- Tom handed Mary his keys.
- Tom, Mary'ye anahtarlarını verdi.
- Tom handed Mary a small brown bag.
- Tom Mary'ye küçük kahverengi bir çanta verdi.
- Tom, please hand me the hammer.
- Tom, lütfen çekici bana ver.
- Hand me that phone.
- Ver şu telefonu.
- I handed her her gloves.
- Ona eldivenlerini verdim.
- He handed me the letter and left.
- Bana mektubu verdi ve ayrıldı.
- Hand me that sword.
- Bana o kılıcı verin.
- Would you hand me a screwdriver?
- Bana bir tornavida verir misin?
- Tom handed Mary a brown bag.
- Tom, Mary'ye kahverengi bir çanta verdi.
- Tom handed the pencil to Mary.
- Tom kalemi Mary'ye verdi.
- They handed Anderson a short note.
- Anderson'a kısa bir not verdiler.
- Hand me the remote.
- Kumandayı bana ver.
- Tom wrote his number on a piece of paper and handed it to Mary.
- Tom bir kağıt parçasına telefon numarasını yazdı ve onu Mary'ye verdi.
- I handed Tom the envelope.
- Tom'a zarfı verdim.
- Tom started to unfold the piece of paper Mary handed him.
- Tom Mary'nin kendisine verdiği kağıt parçasını açmaya başladı.
- Please hand me that pencil.
- Lütfen o kalemi bana ver.
- Will you hand the papers around?
- Kağıtları verir misiniz?
- Tom handed Mary the letter opener.
- Tom Mary'ye mektup açacağını verdi.
- Tom handed Mary the photo.
- Tom fotoğrafı Mary'ye verdi.
- Tom handed the note to Mary.
- Tom notu Mary'ye verdi.
- I intended to hand the paper to him, but I forgot to.
- Kağıdı ona verecektim ama vermeyi unuttum.
- Mary wrote her number on a piece of paper and handed it to Tom.
- Mary numarasını bir parça kağıda yazdı ve Tom'a verdi.
- She handed him a book.
- Ona bir kitap verdi.
- Tom handed Mary something.
- Tom, Mary'ye bir şey verdi.
- Tom handed Mary the knife.
- Tom bıçağı Mary'ye verdi.
- Tom handed the key to Mary and she opened the door.
- Tom anahtarı Mary'ye verdi, o da kapıyı açtı.
- Tom handed Mary her purse.
- Tom Mary'ye çantasını verdi.
- Tom handed a small envelope to Mary.
- Tom, Mary'e küçük bir zarf verdi.
- Tom nervously handed Mary the knife.
- Tom bıçağı endişeyle Mary'ye verdi.
- Hand me my slippers.
- Bana terliklerimi verin.
- Tom handed the map to Mary.
- Tom haritayı Mary'ye verdi.
- Tom counted the money before handing it to Mary.
- Tom parayı Mary'ye vermeden önce saydı.
- Tom took out a business card and handed it to Mary.
- Tom bir kartvizit çıkardı ve onu Mary'ye verdi.
- Tom folded the paper before handing it to Mary.
- Tom kağıdı Mary'ye vermeden önce katladı.
- Hand it to me.
- Ver onu bana.
- Tom handed Mary his keys.
- Tom Mary'e anahtarlarını verdi.
- She handed me a postcard.
- Bana bir kartpostal verdi.
- Hand me that laptop.
- Bana o laptopu ver.
- Tom handed Mary a box of tissues.
- Tom Mary'ye bir kutu kağıt mendil verdi.
- Would you hand me the screwdriver?
- Tornavidayı bana verir misin?
- Can you hand me that?
- Onu bana verir misin?
- Tom took a piece of paper out of his pocket and handed it to Mary.
- Tom cebinden bir parça kağıt aldı ve onu Mary'ye verdi.
- Tom handed Mary the binoculars.
- Tom dürbünü Mary'ye verdi.
- Tom picked an apple and handed it to Mary.
- Tom bir elma aldı ve Mary'ye verdi.
- Tom handed me the letter.
- Tom mektubu bana verdi.
- Hand me the briefcase.
- Çantayı bana ver.
- Hand me my mug.
- Kupamı ver.
- I have to hand it to Tom.
- Onu Tom'a vermek zorundayım.
- Tom came in and handed a message to Mary.
- Tom içeri girdi ve Mary'ye bir mesaj verdi.
- Fadil handed Dania a gun.
- Fadıl Dania'ya bir silah verdi.
- Tom handed Mary a gun.
- Tom Mary'ye bir silah verdi.
- Tom handed the document to Mary.
- Tom belgeyi Mary'ye verdi.
- Hand me that bar of soap.
- Şu sabunu bana ver.
- Tom took a book off the shelf and handed it to Mary.
- Tom raftan bir kitap aldı ve onu Mary'ye verdi.
- Hand me that book, please.
- Şu kitabı bana ver lütfen.
- Nobody handed Tom anything.
- Hiç kimse Tom'a bir şey vermedi.
- She handed him the key.
- Anahtarı ona verdi.
- I handed Tom the map.
- Haritayı Tom'a verdim.
- Could you hand me that hammer?
- O çekici bana verir misin?
- Tom handed Mary a glass of water and two aspirins.
- Tom Mary'ye bir bardak su ve iki aspirin verdi.
- Hand me the knife.
- Bana bıçağı ver.
- Tom handed Mary a thick gray envelope.
- Tom Mary'ye kalın gri bir zarf verdi.
- Will you hand me that pencil?
- Şu kalemi bana verir misin?
- I have to hand it to Tom.
- Tom'un hakkını vermeliyim.
- Hand me that book.
- Ver şu kitabı.
- Tom handed Mary the knife.
- Tom Mary'ye bıçağı verdi.
- He handed me the letter and left.
- Mektubu bana verdi ve gitti.
- Tom handed Mary a plain white envelope.
- Tom, Mary'ye düz beyaz bir zarf verdi.
- Hand me that umbrella.
- O şemsiyeyi bana ver.
- Could you hand me the newspaper on the table?
- Masadaki gazeteyi verebilir misin?
- Hand me the glue.
- Yapıştırıcıyı ver.
- Hand it to Tom.
- Tom'a ver.
- Tom handed Mary her jacket.
- Tom Mary'ye ceketini verdi.
- Hand me that jar.
- Ver şu kavanozu.
Show More (243)
|
3 |
hand |
uzatmak |
v. |
|
- Tom handed Mary a mug of coffee.
- Tom Mary'ye bir kupa kahve uzattı.
- Could you hand that to me?
- Şunu bana uzatabilir misin?
- She handed me the letter without saying anything.
- O hiçbir şey söylemeden bana mektubu uzattı.
- She handed me my sandwich.
- O bana sandviçimi uzattı.
- She handed the parcel to the customer.
- Paketi müşteriye uzattı.
- Tom handed me a piece of paper with his address written on it.
- Tom bana üzerinde adresinin yazılı olduğu bir kağıt parçası uzattı.
- He handed her a bouquet of flowers.
- Ona bir buket çiçek uzattı.
- Hand over the wallet, and nobody gets hurt.
- Cüzdanı uzatın ve kimse incinmiyor.
- Tom poured some milk into a glass and handed it to Mary.
- Tom bardağa biraz süt koydu ve Mary'ye uzattı.
- Hand me that small screwdriver.
- O küçük tornavidayı bana uzat.
- Tom handed Mary his canteen and she took a drink.
- Tom Mary'ye matarasını uzattı ve o bir içki aldı.
- Tom handed Mary a cup of coffee.
- Tom Mary'ye bir fincan kahve uzattı.
- Tom handed the envelope full of cash to Mary.
- Tom para dolu zarfı Mary'ye uzattı.
- Tom handed the contract to Mary.
- Tom sözleşmeyi Mary'ye uzattı.
- Tom took the key out of his pocket and handed it to Mary.
- Tom cebinden anahtarı çıkardı ve Mary'ye uzattı.
- Will you hand me that pencil?
- Bana o kurşun kalemi uzatır mısın?
- I handed the letter to Tom.
- Mektubu Tom'a uzattım.
- Tom handed the key to Mary and she opened the door.
- Tom anahtarı Mary'ye uzattı ve o kapıyı açtı.
- Tom handed Mary a bottle of water.
- Tom, Mary'ye bir şişe su uzattı.
- Tom handed Mary the menu.
- Tom, Mary'ye menüyü uzattı.
- Tom handed Mary a paper bag.
- Tom Mary'ye bir kese kağıdı uzattı.
- Tom took out his driver's license and handed it to the police officer.
- Tom ehliyetini çıkardı ve polis memuruna uzattı.
- Tom didn't even look at the report that Mary handed him.
- Tom Mary'nin ona uzattığı rapora bakmadı bile.
- Tom wiped his face with the towel that Mary handed him.
- Tom, Mary'nin uzattığı havluyla yüzünü sildi.
- Tom handed me the binoculars.
- Tom bana dürbünü uzattı.
- Tom opened his safe, took out a wad of notes and handed them to Mary.
- Tom kasasını açtı, bir tomar kağıt para çıkardı ve onları Mary'ye uzattı.
- Tom took two sandwiches out of the picnic basket and handed one to Mary.
- Tom piknik sepetinden iki sandviç çıkardı ve birini Mary'ye uzattı.
- He handed the salesclerk the money.
- Tezgâhtara parayı uzattı.
- Tom handed Mary the roll of masking tape.
- Tom maskeleme bandı rulosunu Mary'ye uzattı.
- Sami handed Layla a copy of the Quran.
- Sami, Leyla'ya Kur'an'ın bir kopyasını uzattı.
- Tom handed Mary an energy drink.
- Tom Mary'ye bir enerji içeceği uzattı.
- I handed the mike to Tom.
- Mikrofonu Tom'a uzattım.
- Could you hand me the newspaper on the table?
- Masanın üstündeki gazeteyi uzatır mısın?
- Tom handed Mary the green notebook.
- Tom, Mary'ye yeşil defteri uzattı.
- Tom handed Mary a gun.
- Tom, Mary'ye bir silah uzattı.
- Tom handed Mary the message.
- Tom mesajı Mary'ye uzattı.
- Tom handed Mary his business card.
- Tom, Mary'e kartvizitini uzattı.
- Tom handed the pen to Mary.
- Tom kalemi Mary'ye uzattı.
- Tom wrote his phone number on a napkin and handed it to Mary.
- Tom telefon numarasını bir peçeteye yazdı ve Mary'ye uzattı.
- Tom handed me the phone.
- Tom bana telefonu uzattı.
- Tom handed Mary a small package.
- Tom, Mary'ye küçük bir paket uzattı.
- Tom handed Mary the photo.
- Tom fotoğrafı Mary'ye uzattı.
- Tom handed Mary the clipboard.
- Tom, Mary'ye panoyu uzattı.
- Tom ate half the peach and handed me the rest.
- Tom şeftalinin yarısını yedi ve kalanını bana uzattı.
- Tom took a book off the shelf and handed it to Mary.
- Tom raftan bir kitap aldı ve Mary'ye uzattı.
- Tom handed an envelope to Mary.
- Tom, Mary'ye bir zarf uzattı.
- Tom handed Mary a beer.
- Tom Mary'ye bir bira uzattı.
- Tom ate half the peach and handed me the rest.
- Tom yarım şeftali yedi ve artanını bana uzattı.
- Tom handed Mary his business card.
- Tom Mary'ye kartvizitini uzattı.
- Tom took the bottle of Scotch from his briefcase and handed it to Mary.
- Tom çantasından viski şişesini çıkardı ve Mary'ye uzattı.
- I handed Tom a knife.
- Tom'a bir bıçak uzattım.
- Tom picked an apple and handed it to Mary.
- Tom bir elma seçti ve onu Mary'ye uzattı.
- Tom handed Mary one of the drinks.
- Tom içeceklerden birini Mary'ye uzattı.
- Tom poured some milk into a glass and handed it to Mary.
- Tom bir bardağa biraz süt doldurdu ve Mary'ye uzattı.
- Tom picked the book up and handed it to Mary.
- Tom kitabı aldı ve Mary'ye uzattı.
- He handed a note to me.
- O bana bir not uzattı.
- Tom handed Mary a blue folder.
- Tom Mary'ye mavi bir dosya uzattı.
- Hand me the wrench.
- Bana anahtarı uzat.
- Tom handed Mary a mug of coffee.
- Tom, Mary'ye bir fincan kahve uzattı.
- Hand me my sword!
- Kılıcımı uzat!
- Tom handed an envelope to Mary.
- Tom Mary'ye bir zarf uzattı.
- Tom handed me an envelope.
- Tom bana bir zarf uzattı.
- Tom handed Mary a book.
- Tom Mary'ye bir kitap uzattı.
- Tom handed Mary a cup of coffee.
- Tom, Mary'ye bir fincan kahve uzattı.
- Tom handed Mary a large envelope.
- Tom, Mary'ye büyük bir zarf uzattı.
- I handed Tom the map.
- Haritayı Tom'a uzattım.
- Tom handed a baseball bat to Mary.
- Tom, Mary'ye bir beyzbol sopası uzattı.
- Tom handed Mary an envelope full of cash.
- Tom, Mary'ye içi para dolu bir zarf uzattı.
- Stuart handed me a piece of paper with an address written on it.
- Stuart bana üzerine bir adres yazılmış bir kağıt parçası uzattı.
- Tom unscrewed the cap and handed the jar to Mary.
- Tom kapağı açtı ve kavanozu Mary'ye uzattı.
- Tom handed the document to Mary.
- Tom belgeyi Mary'ye uzattı.
- I got a book down from the shelf and handed it to Tom.
- Raftan bir kitap indirdim ve Tom'a uzattım.
- Please hand me my cane.
- Lütfen bana bastonumu uzat.
- Hand me the dictionary there, please.
- Bana oradaki sözlüğü uzat, lütfen.
- Tom handed me a shovel and told me to start digging.
- Tom bana bir kürek uzattı ve kazmaya başlamamı söyledi.
- The bartender handed Tom his drink.
- Barmen Tom'a içkisini uzattı.
- Tom took a piece of paper out of his pocket and handed it to Mary.
- Tom cebinden bir kağıt parçası çıkardı ve Mary'ye uzattı.
- Tom handed Mary a banana.
- Tom Mary'ye bir muz uzattı.
- Tom handed Mary a glass of champagne.
- Tom, Mary'ye bir kadeh şampanya uzattı.
- Tom handed Mary a drink.
- Tom Mary'ye bir içki uzattı.
- Tom handed Mary his knife.
- Tom, Mary'ye bıçağını uzattı.
- Mary wrote her number on a piece of paper and handed it to Tom.
- Mary bir kağıt parçasının üzerine numarasını yazdı ve onu Tom'a uzattı.
- Tom nervously handed Mary the knife.
- Tom endişeyle bıçağı Mary'ye uzattı.
- Dan handed the map to Linda.
- Dan haritayı Linda'ya uzattı.
- Tom poured milk into the glass and then handed it to Mary.
- Tom bardağa süt doldurdu ve sonra Mary'ye uzattı.
- Tom handed Mary a paper bag.
- Tom Mary'ye bir kağıt torba uzattı.
- Tom handed the phone to Mary.
- Tom telefonu Mary'ye uzattı.
- Stuart handed me a piece of paper with an address written on it.
- Stuart bana üzerinde adres yazılı bir kağıt uzattı.
- Tom handed a note to Mary.
- Tom Mary'ye bir not uzattı.
- Tom handed Mary one of the drinks.
- Tom içkilerden birini Mary'ye uzattı.
- She handed me the letter without saying anything.
- Hiçbir şey söylemeden mektubu bana uzattı.
- Tom took his sunglasses off and handed them to Mary.
- Tom güneş gözlüklerini çıkardı ve Mary'ye uzattı.
- Could you hand me the remote?
- Kumandayı uzatabilir misin?
- Tom handed me the binoculars.
- Tom dürbünü bana uzattı.
- All you have to do is to hand this book to him.
- Yapman gereken tek şey bu kitabı ona uzatmak.
- Tom got two beers out of the refrigerator and handed one to Mary.
- Tom buzdolabından iki bira aldı ve birini Mary'ye uzattı.
- Tom handed the newspaper to Mary.
- Tom gazeteyi Mary'ye uzattı.
- Can you hand me that?
- Şunu bana uzatır mısın?
- She handed me my sandwich.
- Bana sandviçimi uzattı.
- Hand me the remote.
- Bana uzaktan kumandayı uzat.
- He handed the letter to the secretary.
- Mektubu sekretere uzattı.
- Tom came in and handed Mary an envelope.
- Tom içeri girdi ve Mary'ye bir zarf uzattı.
- Please hand me the dictionary.
- Lütfen bana sözlüğü uzat.
- Tom handed the picture to Mary.
- Tom resmi Mary'ye uzattı.
- Tom handed Mary a check for half a million dollars.
- Tom, Mary'ye yarım milyon dolarlık bir çek uzattı.
- Tom handed Mary a ham and cheese sandwich.
- Tom, Mary'ye jambonlu ve peynirli bir sandviç uzattı.
- Tom handed a baseball bat to Mary.
- Tom Mary'ye bir beyzbol sopası uzattı.
- Tom handed a cup to Mary.
- Tom, Mary'ye bir fincan uzattı.
- Hand me the pliers.
- Bana penseyi uzat.
- Tom took out some coins and handed one to Mary.
- Tom birkaç bozuk para çıkardı ve birini Mary'ye uzattı.
- Tom handed Mary a small package.
- Tom Mary'ye küçük bir paket uzattı.
- Tom handed Mary a sheet of paper.
- Tom Mary'ye bir kağıt uzattı.
- Mary pulled an envelope out of her purse and handed it to Tom.
- Mary çantasından bir zarf çıkardı ve onu Tom'a uzattı.
- Tom handed Mary her purse.
- Tom Mary'ye çantasını uzattı.
- Tom got two beers out of the refrigerator and handed one to Mary.
- Tom buzdolabından iki bira çıkardı ve birini Mary'ye uzattı.
- Tom handed the note to Mary.
- Tom notu Mary'ye uzattı.
- Tom handed Mary a bottle.
- Tom Mary'ye bir şişe uzattı.
- Tom handed Mary the key.
- Tom anahtarı Mary'ye uzattı.
- Tom came in and handed Mary an envelope.
- Tom içeri geldi ve Mary'ye bir zarf uzattı.
- Hand me that book.
- O kitabı bana uzat.
- Tom handed a cocktail to Mary.
- Tom, Mary'ye bir kokteyl uzattı.
- Hand me that bar of soap.
- O sabun kalıbını bana uzat.
- Tom handed Mary the scissors.
- Tom makası Mary'ye uzattı.
- Tom handed Mary a cup of hot coffee.
- Tom, Mary'ye bir fincan sıcak kahve uzattı.
- Tom handed his pen to Mary.
- Tom kalemini Mary'ye uzattı.
- Tom didn't even look at the report that Mary handed him.
- Tom, Mary'nin ona uzattığı rapora bakmadı bile.
- Hand me that broom.
- Bana o süpürgeyi uzat.
- Tom handed the photo album to Mary.
- Tom Mary'ye fotoğraf albümünü uzattı.
- Tom handed Mary a towel.
- Tom Mary'ye bir havlu uzattı.
- Tom handed the empty pizza box to Mary.
- Tom boş pizza kutusunu Mary'ye uzattı.
- Tom handed the bowl of buttered popcorn to Mary.
- Tom tereyağlı patlamış mısır kasesini Mary'ye uzattı.
- Please hand me that pen.
- Lütfen o kalemi bana uzat.
- I intended to hand the paper to him, but I forgot to.
- Raporu ona uzatmak istedim ama unuttum.
- Can you hand me a towel?
- Bana bir havlu uzatır mısın?
- Tom handed a note to me.
- Tom bana bir not uzattı.
- Tom picked an apple from the tree and handed it to me.
- Tom ağaçtan bir elma kopardı ve onu bana uzattı.
- Tom handed Mary a knife.
- Tom Mary'ye bir bıçak uzattı.
- Tom handed the key to Mary.
- Tom anahtarı Mary'ye uzattı.
- Tom handed Mary a sealed envelope.
- Tom Mary'ye mühürlü bir zarf uzattı.
- Tom handed Mary the roll of masking tape.
- Tom, Mary'ye maskeleme bandı rulosunu uzattı.
- Tom handed Mary the letter opener.
- Tom, Mary'ye mektup açacağını uzattı.
- Tom handed Mary the photographs.
- Tom fotoğrafları Mary'ye uzattı.
- Tom handed Mary an envelope.
- Tom, Mary'ye bir zarf uzattı.
- Tom handed Mary his canteen and she took a drink.
- Tom Mary'ye matarasını uzattı ve Mary bir içki aldı.
- Hand me the dictionary there, please.
- Şuradaki sözlüğü uzatır mısın lütfen?
- Tom handed in an empty sheet of paper for the exam.
- Tom sınav için boş bir kağıt uzattı.
- Hand me that book, please.
- Bana o kitabı uzat, lütfen.
- Could you hand me the remote?
- Uzaktan kumandayı bana uzatabilir misin?
- Hand me the glue and the scissors in that box, please.
- O kutudaki tutkal ve makası bana uzat lütfen.
- Tom poured milk into the glass and then handed it to Mary.
- Tom sütü bardağa doldurdu ve sonra Mary'ye uzattı.
- Tom handed his cellphone to Mary.
- Tom cep telefonunu Mary'ye uzattı.
- Tom handed Mary a large padded envelope.
- Tom Mary'ye büyük tombul bir zarf uzattı.
- I made out a check for $25 and handed it to the salesperson.
- 25$'lık bir çek yazdım ve satış görevlisine uzattım.
- Tom handed the file to Mary.
- Tom dosyayı Mary'ye uzattı.
- Tom wiped his face with the towel that Mary handed him.
- Tom Mary'nin ona uzattığı havluyla yüzünü sildi.
- I got a book down from the shelf and handed it to Tom.
- Raftan bir kitap indirdim ve onu Tom'a uzattım.
- Tom handed the map to Mary.
- Tom haritayı Mary'ye uzattı.
- Tom handed Mary his knife.
- Tom, Mary'ye kendi bıçağını uzattı.
- Tom handed Mary a paper cup.
- Tom, Mary'ye kağıt bir fincan uzattı.
- Hand me that magazine.
- Şu dergiyi uzatır mısın?
- Tom handed it to Mary.
- Tom onu Mary'ye uzattı.
- Tom took an envelope out of his briefcase and handed it to Mary.
- Tom evrak çantasından bir zarf çıkardı ve onu Mary'ye uzattı.
- Tom handed the money to Mary.
- Tom parayı Mary'ye uzattı.
- She handed me a sheet of paper.
- Bana bir kâğıt uzattı.
- I dried myself with the towel Tom handed me.
- Tom'un bana uzattığı havluyla kurulandım.
- Hand me my sword.
- Kılıcımı bana uzat.
- He handed in his paper.
- O, raporunu uzattı.
- Could you hand me the maple syrup?
- Bana akçaağaç şurubunu uzatır mısın?
- Tom handed Mary a cup of hot coffee.
- Tom Mary'ye bir fincan sıcak kahve uzattı.
- Tom took a sandwich out of the picnic basket and handed it to Mary.
- Tom piknik sepetinden bir sandviç çıkardı ve Mary'ye uzattı.
- I handed the map to Tom.
- Haritayı Tom'a uzattım.
- Could you hand me the maple syrup?
- Akçaağaç şurubunu uzatır mısın?
- Tom handed Mary a large envelope.
- Tom Mary'ye büyük bir zarf uzattı.
- Tom handed Mary a glass of wine.
- Tom, Mary'e bir bardak şarap uzattı.
- I handed the mike to him.
- Mikrofonu ona uzattım.
- Tom handed Mary the document.
- Tom belgeyi Mary'ye uzattı.
- Mary pulled an envelope out of her purse and handed it to Tom.
- Mary çantasından bir zarf çıkardı ve Tom'a uzattı.
- Tom handed me a sandwich.
- Tom bana bir sandviç uzattı.
- Hand me that jar.
- O kavanozu bana uzat.
- Tom started to unfold the piece of paper Mary handed him.
- Tom, Mary'nin ona uzattığı kağıdı açmaya başladı.
- Tom handed the photo album to Mary.
- Tom fotoğraf albümünü Mary'ye uzattı.
- Tom poured two glasses of orange juice and handed one to Mary.
- Tom iki bardak portakal suyu doldurdu ve birini Mary'ye uzattı.
- Hand me that book.
- Şu kitabı uzatır mısın?
- Could you hand me that wrench?
- Şu anahtarı uzatır mısın?
- Tom handed an envelope to me.
- Tom bana bir zarf uzattı.
- She handed him the money that she owed him.
- Ona borçlu olduğu parayı uzattı.
- Tom handed Mary a white envelope.
- Tom, Mary'ye beyaz bir zarf uzattı.
- The stewardess handed Tom a drink.
- Hostes Tom'a bir içki uzattı.
- Mary took a mirror out of her bag and handed it to Tom.
- Mary çantasından bir ayna çıkardı ve Tom'a uzattı.
- Tom handed the bowl of buttered popcorn to Mary.
- Tom Mary'ye tereyağlı patlamış mısır kasesini uzattı.
- I handed him a map.
- Ona bir harita uzattım.
- Hand me that phone.
- O telefonu bana uzat.
- Tom handed Mary a manila folder.
- Tom, Mary'ye bir dosya uzattı.
- Tom handed the salt shaker to Mary.
- Tom tuzluğu Mary'ye uzattı.
- He handed the salesclerk the money.
- Parayı tezgahtara uzattı.
- Tom glanced at the note that Mary had handed to him.
- Tom, Mary'nin ona uzattığı nota baktı.
- Tom took an envelope out of his briefcase and handed it to Mary.
- Tom çantasından bir zarf çıkardı ve Mary'ye uzattı.
- Tom handed Mary a piece of paper.
- Tom, Mary'ye bir kağıt parçası uzattı.
- Tom handed Mary a glass of wine.
- Tom Mary'ye bir bardak şarap uzattı.
- Tom handed Mary a pen.
- Tom Mary'ye bir kalem uzattı.
- Tom handed Mary an envelope full of cash.
- Tom Mary'ye nakit dolu bir zarf uzattı.
- Tom handed me the package.
- Tom bana paketi uzattı.
- Tom wrote his number on a piece of paper and handed it to Mary.
- Tom bir kağıda numarasını yazdı ve Mary'ye uzattı.
- Tom wrote his phone number on a piece of paper and handed it to Mary.
- Tom bir kâğıda telefon numarasını yazdı ve Mary'ye uzattı.
- I handed a map to him.
- Ona bir harita uzattım.
- Tom handed the pencil to Mary.
- Tom kalemi Mary'ye uzattı.
- They handed Anderson a short note.
- Anderson'a kısa bir not uzattılar.
- Could you hand that to me?
- Onu bana uzatabilir misin?
- Tom handed Mary a sandwich.
- Tom, Mary'ye bir sandviç uzattı.
- Tom handed Mary a towel.
- Tom, Mary'ye bir havlu uzattı.
- Tom handed Mary a piece of paper with his address written on it.
- Tom, Mary'ye üzerinde adresinin yazılı olduğu bir kağıt uzattı.
- Could you hand me the hammer?
- Çekici uzatabilir misin?
- Tom handed a glass of wine to Mary.
- Tom, Mary'ye bir kadeh şarap uzattı.
- Tom handed Mary a note.
- Tom Mary'ye bir not uzattı.
- Tom handed Mary the document.
- Tom Mary'ye belgeyi uzattı.
- Tom handed me a piece of paper with his address written on it.
- Tom bana üzerinde adresi yazılı olan bir kağıt parçası uzattı.
- Tom handed Mary the remote control.
- Tom Mary'ye uzaktan kumandayı uzattı.
- Tom handed Mary a cup.
- Tom Mary'ye bir fincan uzattı.
- Could you hand me the hammer?
- Çekici bana uzatır mısınız?
- Tom took his sunglasses off and handed them to Mary.
- Tom güneş gözlüğünü çıkardı ve Mary'ye uzattı.
- Tom took out a business card and handed it to Mary.
- Tom bir kartvizit çıkardı ve Mary'ye uzattı.
- I handed Tom the envelope.
- Tom'a zarfı uzattım.
- Tom wrote his phone number on a piece of paper and handed it to Mary.
- Tom telefon numarasını bir parça kağıda yazdı ve onu Mary'ye uzattı.
- Tom handed Mary a glass of red wine.
- Tom Mary'ye bir bardak kırmızı şarap uzattı.
- Tom opened his safe, took out a wad of notes and handed them to Mary.
- Tom kasasını açtı, bir tomar banknot çıkardı ve Mary'ye uzattı.
- Tom handed Mary a notebook.
- Tom Mary'ye bir defter uzattı.
Show More (223)
|
4 |
hand |
yan |
n. |
|
- The pharmaceutical industry's profits, on the other hand, have soared.
- Öte yandan, ilaç endüstrisinin karları yükselişe geçmiştir.
- On the other hand, the difficulties in solving them will also be exacerbated.
- Öte yandan, bu sorunların çözümündeki güçlükler de daha da artacaktır.
- On the one hand there is an argument to say that they too should be able to defend their prerogatives.
- Bir yandan, onların da kendi ayrıcalıklarını savunabilmeleri gerektiğini öne süren bir görüş mevcuttur.
- European military alternatives, on the other hand, would erode the crucial bond of safety with the United States.
- Öte yandan, Avrupa'nın askeri alternatifleri ABD ile arasındaki hayati güvenlik bağını aşındıracaktır.
- On the other hand, quite specific action has been called for on the subject of safety of life.
- Öte yandan, can güvenliği konusunda oldukça belirgin bir eylem çağrısında bulunulmuştur.
- On the other hand, the Chinese Government wants to make Hong Kong more like the rest of the country.
- Öte yandan, Çin Hükümeti, Hong Kong'u ülkenin geri kalanına daha çok benzetmek istiyor.
- On the one hand, we have a Draft Supplementary and Amending Budget.
- Bir yandan Ek ve Tadil Bütçesi Taslağımız var.
- On the other hand, some delegations support the fundamental principle of decoupling.
- Öte yandan, birtakım delegasyonlar temel ayrıştırma ilkesini desteklemektedir.
- On the other hand, we have achieved the required degree of harmonisation.
- Öte yandan gerekli uyumlaştırma derecesine ulaşmış bulunuyoruz.
- On the other hand, this round has taught us that the horizontal issues are in fact seen in the same light everywhere.
- Öte yandan, bu tur bize yatay konuların aslında her yerde aynı ışık altında görüldüğünü öğretti.
- On the other hand, there is a corporate and protectionist continental tradition.
- Öte yandan kurumsal ve korumacı bir kıta geleneği de mevcuttur.
- On the other hand, in other places the report would have benefited from being less arrogant.
- Öte yandan, raporun başka yerlerde daha az kibirli olmasında fayda var.
- On the other hand, there is a corporate and protectionist continental tradition.
- Öte yandan kurumsal ve korumacı bir kıta geleneği var.
- Their fervent opponents, on the other hand, create an uncertain internal climate.
- Öte yandan, ateşli muhalifleri içeride istikrarsız bir ortam yaratmaktadır.
- On the other hand, we should consolidate a permanent flow of basic information for the citizen.
- Öte yandan, vatandaşlara yönelik temel bilgilerin sürekli akışını sağlamlaştırmalıyız.
- On the one hand, to carry out a transfer of appropriations in November which are not going to be used in Category 2.
- Bir yandan Kasım ayında Kategori 2'de kullanılmayacak olan ödeneklerin transferini gerçekleştirmek.
- On the other hand, one cannot expect the Americans to solve this global problem alone.
- Öte yandan Amerikalıların bu küresel sorunu tek başlarına çözmeleri de beklenemez.
- On the one hand there is an argument to say that they too should be able to defend their prerogatives.
- Bir yandan, onların da kendi ayrıcalıklarını savunabilmeleri gerektiğini söyleyen bir argüman var.
- On the other hand, this does have its drawbacks - as must of course often be the case.
- Öte yandan, elbette çoğu zaman olduğu gibi bunun da sakıncaları vardır.
- On the other hand, the United States' rejection of the ICC is another attempt to weaken the entire authority of the UN.
- Öte yandan, ABD'nin UCM'yi reddetmesi, BM'nin tüm otoritesini zayıflatmaya yönelik bir başka girişimdir.
- On the one hand, greater transparency must be demanded of organisations receiving Community grants.
- Bir yandan, Topluluk hibesi alan kuruluşlardan daha fazla şeffaflık talep edilmelidir.
- I have, on the other hand, publicly criticised the Russians on that issue, and do so quite frequently.
- Öte yandan, bu konuda Rusları kamuoyu önünde eleştirdim ve bunu oldukça sık yapıyorum.
- On the other hand, I can fully support the call for decentralisation.
- Öte yandan adem-i merkeziyetçilik çağrısını tamamen destekleyebilirim.
- On the other hand, I congratulate the Commission on its determination and I pledge the European Parliament's support.
- Öte yandan, Komisyon'u kararlılığından dolayı kutluyor ve Avrupa Parlamentosu'nun desteğini taahhüt ediyorum.
- On the other hand, the link with asbestosis and mesothelioma is very strong.
- Öte yandan, asbestoz ve mezotelyoma ile bağlantı çok güçlüdür.
- On the other hand, we have the debate on issues relating to external negotiations.
- Öte yandan, dış müzakerelere ilişkin konularda tartışmalarımız var.
- On the other hand, alternative non-traditional product chains must also be developed.
- Öte yandan, geleneksel olmayan alternatif ürün zincirleri de geliştirilmelidir.
- Real refugees, on the other hand, are increasingly less welcome.
- Öte yandan, gerçek mülteciler giderek daha az hoş karşılanmaktadır.
- On the other hand, these activities have an increasing return.
- Öte yandan, bu faaliyetlerin artan bir getirisi vardır.
- On the other hand, I am glad that there have been amendments on three issues I consider to be essential to the report.
- Öte yandan, raporda önemli olduğunu düşündüğüm üç konuda değişiklik yapılmış olmasından memnuniyet duyuyorum.
- On the other hand, there is a business that is interested, even though it is not covered by the directive.
- Öte yandan direktif kapsamında olmasa da ilgilenen bir işletme var.
- On the other hand, the road to equal rights could lead to a safe, inclusive European Union.
- Öte yandan, eşit haklara giden yol bizleri güvenli ve kapsayıcı bir Avrupa Birliği'ne götürebilir.
- On the other hand, I regret the European Council's reckless step in respect of Turkey.
- Öte yandan, Avrupa Konseyi'nin Türkiye konusunda attığı pervasız adımdan ötürü esef duyuyorum.
- On the other hand, there is the risk that coordination will be taken to extremes.
- Öte yandan koordinasyonun aşırıya kaçma riski de bulunmaktadır.
- On the other hand, human labour is considered a simple factor in the equation.
- Öte yandan insan emeği denklemde basit bir faktör olarak kabul edilmektedir.
- On the other hand, the link with asbestosis and mesothelioma is very strong.
- Öte yandan, asbestoz ve mezotelyoma ile olan bağlantı çok güçlüdür.
- On the other hand, there can be no doubt that we also need European research activity.
- Öte yandan Avrupa'nın araştırma faaliyetlerine de ihtiyacımız olduğuna şüphe yok.
- On the other hand, the adaptability pillar, which is a little more difficult to understand, has not been as successful.
- Öte yandan, anlaşılması biraz daha zor olan uyarlanabilirlik ayağı o kadar başarılı olamamıştır.
- On the other hand, there is not expected to be any difference in emissions of sulphur dioxide and other particles.
- Öte yandan sülfür dioksit ve diğer partiküllerin emisyonlarında herhangi bir fark olması beklenmemektedir.
- On the other hand, there can be no doubt that we also need European research activity.
- Öte yandan, Avrupa'nın araştırma faaliyetlerine de ihtiyacımız olduğuna şüphe yok.
- On the other hand, the directive is not open to subjective interpretation.
- Öte yandan direktif sübjektif yoruma açık değildir.
- On the other hand, I congratulate the Commission on its determination and I pledge the European Parliament's support.
- Öte yandan, Komisyon'u kararlılığı dolayısıyla kutluyor ve Avrupa Parlamentosu'nun desteğini taahhüt ediyorum.
- On the other hand, I am glad that there have been amendments on three issues I consider to be essential to the report.
- Öte yandan, rapor için elzem olduğunu düşündüğüm üç konuda değişiklik yapılmış olmasından memnuniyet duyuyorum.
- On the other hand, this use of words could be construed as an attempt to resolve a contradiction.
- Öte yandan, bu kelime kullanımı bir çelişkiyi çözme çabası olarak da yorumlanabilir.
- How can we resolve the problem with Iran on the one hand and with the Kurds on the other?
- Bir yandan İran'la diğer yandan Kürtlerle olan sorunu nasıl çözebiliriz?
- On the other hand, as I am sure you are aware, this case is very complex.
- Öte yandan, eminim ki farkındasınızdır, bu dava çok karmaşıktır.
- The paradigm of economic growth, on the other hand, is an abstraction, with little relevance in practice.
- Öte yandan, ekonomik büyüme paradigması, uygulamada çok az geçerliliği olan bir soyutlamadır.
- On the other hand, we have the debate on issues relating to external negotiations.
- Öte yandan, dış müzakerelere ilişkin konular üzerinde yürüttüğümüz tartışmalar mevcut.
- We are, on the other hand, opposed to the wordings stating that globalisation creates economic and social suffering.
- Öte yandan, küreselleşmenin ekonomik ve sosyal acılar yarattığı yönündeki ifadelere de karşıyız.
- On the other hand, a narrow tyre works well on snow.
- Öte yandan, dar bir lastik karda iyi çalışır.
- On the other hand, prevention is essential.
- Öte yandan, önleme esastır.
- But, on the other hand, we must not disregard environmental conditions.
- Ancak diğer yandan, çevresel koşulları da göz ardı etmemeliyiz.
- On the other hand, there is an essential source of information.
- Öte yandan, önemli bir bilgi kaynağı var.
- Their fervent opponents, on the other hand, create an uncertain internal climate.
- Öte yandan ateşli muhalifleri belirsiz bir iç iklim yaratmaktadır.
- On the other hand, we can have too little.
- Öte yandan, çok az şeye de sahip olabiliriz.
- On the other hand, some delegations support the fundamental principle of decoupling.
- Öte yandan, bazı heyetler temel ayrıştırma ilkesini desteklemektedir.
- On the other hand company pensions are only favourable for those with permanent highly paid jobs.
- Öte yandan, şirket emeklilikleri sadece yüksek maaşlı sürekli işlerde çalışanlar için uygundur.
- On the other hand, the road to equal rights could lead to a safe, inclusive European Union.
- Öte yandan, eşit haklara giden yol güvenli ve kapsayıcı bir Avrupa Birliği'ne götürebilir.
- On the other hand, we have achieved the required degree of harmonisation.
- Öte yandan gerekli uyumlaştırma derecesine ulaştık.
- On the other hand, non-British hauliers pay nothing when travelling in Britain.
- Öte yandan Britanyalı olmayan nakliyeciler Britanya'da seyahat ederken hiçbir ücret ödemiyor.
- Commissioner Verheugen, on the other hand, arrived punctually, in the middle of your speech.
- Öte yandan, Komisyon Üyesi Verheugen konuşmanızın ortasında, tam vaktinde geldi.
- On the other hand, I believe there is little point in creating more and more new European authorities.
- Öte yandan giderek daha fazla yeni Avrupa otoritesi yaratmanın pek bir anlamı olmadığına inanıyorum.
- On the other hand, the deadlines are very tight, making the urgent procedure necessary.
- Öte yandan, son tarihlerin çok dar olması acil prosedürü gerekli kılmaktadır.
- On the other hand, there's nothing unusual about a retainer.
- Öte yandan, hizmetlide olağandışı bir şey yok.
- On the other hand, there's nothing unusual about a retainer.
- Öte yandan, bir hizmetçide olağandışı bir yön yok.
- On the one hand, you are wrong, but on the other hand, I can't blame you for that.
- Bir yandan, hatalısınız ama diğer yandan, bunun için sizi suçlayamam.
- I, on the other hand, prefer sweets.
- Öte yandan, ben tatlıları tercih ederim.
- On the other hand, there are some disadvantages.
- Öte yandan, bazı dezavantajları da var.
- On the other hand, he had a different opinion.
- Öte yandan, onun farklı bir görüşü vardı.
- On the one hand we suffered a heavy loss, but on the other hand we learned a great deal from the experience.
- Bir yandan, ağır bir kayıp yaşadık ama diğer yandan, bu deneyimden çok şey öğrendik.
Show More (67)
|
5 |
hand |
yardım |
n. |
|
- The Council and Parliament now need to hand out fast, solid aid.
- Konsey ve Parlamento'nun şimdi hızlı ve somut yardımlar yapması gerekmektedir.
- We could use a hand.
- Yardıma ihtiyacımız var.
- Just give me a hand.
- Bana yardım et.
- Give me a hand here.
- Burada bana yardım et.
- Do you want a hand?
- Yardım istiyor musun?
- Lend me a hand.
- Bana yardım et.
- Give him a hand, will you?
- Ona yardım et, ne dersin?
- Give me a hand here, will you, Tom?
- Bana burada yardım et, ne dersin, Tom?
- You need a hand, don't you?
- Yardıma ihtiyacın var, değil mi?
- Do you want a hand?
- Yardım ister misin?
- Come on, give me a hand.
- Hadi, bana yardım et.
- Give me a hand with this case.
- Bu konuda bana yardım et.
- I could use a hand.
- Ben yardım kullanabilirim.
- Do you need a hand with that?
- Yardıma ihtiyacın var mı?
- Give Tom a hand.
- Tom'a yardım et.
- I need a hand.
- Yardıma ihtiyacım var.
- Just give me a hand.
- Sadece bana yardım et.
- Do you need a hand with your suitcases?
- Bavullarınız için yardıma ihtiyacınız var mı?
- Tom needs a hand.
- Tom'un yardıma ihtiyacı var.
- Give me a hand with this suitcase.
- Şu bavulu taşımama yardım et.
- She needs a hand.
- Onun yardıma ihtiyacı var.
- Give me a hand here, will you?
- Bana burada yardım et, olur mu?
- If you are free, give me a hand.
- İşin yoksa, bana yardım et.
- We need a hand.
- Bizim yardıma ihtiyacımız var.
- Give them a hand, will you?
- Onlara yardım et, ne dersin?
- Give her a hand.
- Ona yardım et.
- Give me a hand.
- Bana yardım et.
- Give them a hand.
- Onlara yardım et.
- Tom could use a hand.
- Tom'un yardıma ihtiyacı var.
- You need a hand, don't you?
- Bir yardıma ihtiyacın var, değil mi?
- Lend us a hand.
- Bize yardım et.
- Give him a hand.
- Ona yardım et.
- Give us a hand, will you?
- Bize yardım et, olur mu?
- Do you need a hand?
- Yardıma ihtiyacın var mı?
- Mary needs a hand.
- Mary'nin yardıma ihtiyacı var.
- Tom could use a hand.
- Tom bir yardım kullanabilir.
- Please give me a hand.
- Bana yardım et, lütfen.
- Give us a hand.
- Bize yardım et.
- We need a hand.
- Bir yardıma ihtiyacımız var.
- Give Tom a hand, will you?
- Tom'a yardım et, ne dersin?
- Give me a hand with this.
- Bana bu konuda yardım et.
- Give me a hand with this suitcase.
- Bavulu taşımama yardım et.
- He needs a hand.
- Onun bir yardıma ihtiyacı var.
- We could use a hand.
- Yardıma ihtiyacımız olabilir.
- They need a hand.
- Onların bir yardıma ihtiyacı var.
Show More (42)
|
6 |
hand |
taraf |
n. |
|
- We, on the other hand, have had the courage of ours.
- Diğer taraftan biz de kendi cesaretimizi gösterdik.
- On the other hand, the quality of the telecommunication network has improved considerably in recent years.
- Diğer taraftan, telekomünikasyon şebekesinin kalitesi son yıllarda bir hayli yükselmiştir.
- Or, on the other hand, that the Stability and Growth Pact, or the Member States' budget policies, should be relaxed.
- Ya da diğer taraftan İstikrar ve Büyüme Paktı'nın ya da Üye Devletlerin bütçe politikalarının gevşetilmesi gerektiği.
- On the other hand, there's nothing unusual about a retainer.
- Diğer taraftan, uşak konusunda olağandışı bir durum yok.
- I, on the other hand, prefer sweets.
- Ben diğer taraftan tatlıları tercih ederim.
- On the one hand, you are wrong, but on the other hand, I can't blame you for that.
- Bir taraftan, hatalısın ama diğer taraftan, onun için seni suçlayamam.
- I called you, on the one hand to invite you out to eat, and on the other to tell you my son is going to get married.
- Bir taraftan seni yemeğe davet etmek için, diğer taraftan sana oğlumun evleneceğini söylemek için seni aradım.
- On the other hand, there are some disadvantages.
- Diğer taraftan, bazı dezavantajları var.
- On the other hand, he had a different opinion.
- Diğer taraftan, onun başka bir görüşü vardı.
Show More (6)
|
7 |
hand |
devretmek |
v. |
|
- The Commission says that it handed the matter over to OLAF as early as 1999.
- Komisyon, konuyu 1999 gibi erken bir tarihte OLAF'a devrettiğini belirtmektedir.
- We are concerned that if we hand the whole process over to the Commission, it will be no better.
- Tüm süreci Komisyona devrettiğimiz takdirde durumun iyiye gitmeyeceğinden endişe ediyoruz.
- When Mr Jones gets old, he will hand over his business to his son.
- Bay Jones yaşlandığında, işini oğluna devredecektir.
Show More (0)
|
8 |
hand |
kontrol |
n. |
|
- It's out of my hands.
- O benim kontrolümde değil.
- The group of noisy boys was getting out of hand.
- Gürültülü cocuklar kontrolden cıkıyordu.
- It's out of our hands.
- O bizim kontrolümüzde değil.
Show More (0)
|
9 |
hand |
temas |
n. |
|
- On the one hand, we are preparing for the initial contacts with the Council.
- Bir yandan da Konsey ile ilk temaslara hazırlanıyoruz.
Show More (-2)
|
10 |
hand |
pay |
n. |
|
- The shadow rapporteurs no doubt also had a hand in this.
- Şüphesiz bunda gölge raportörlerin de payı vardır.
Show More (-2)
|
11 |
hand |
iletmek |
v. |
|
- I shall hand over a summary of the Commission position on oral statements, if that is acceptable to you.
- Eğer sizin için de uygunsa, Komisyon'un sözlü açıklamalara ilişkin tutumunun bir özetini size ileteceğim.
Show More (-2)
|
12 |
hand |
(saat) akrep |
n. |
|
- The hands of the clock are made of gold.
- Saatin akrep ve yelkovanı altından yapılmış.
Show More (-2)
|
13 |
hand |
el yazısı |
n. |
|
- You write a very good hand.
- Çok iyi bir el yazın var.
Show More (-2)
|