| 1 |
miserable |
sefil |
adj. |
|
- Recent tragic reports confirm the miserable situation the population is in.
- Son zamanlarda gelen trajik haberler, nüfusun içinde bulunduğu sefil durumu teyit etmektedir.
- Recent tragic reports confirm the miserable situation the population is in.
- Son zamanlarda yayınlanan trajik raporlar halkın içinde bulunduğu sefil durumu teyit etmektedir.
- The government of France was in its most miserable condition.
- Fransa hükümeti çok ama çok sefil durumdaydı.
- Tom thinks Mary is miserable.
- Tom Mary'nin sefil olduğunu düşünüyor.
- Tom looks like he's miserable.
- Tom sefil gibi görünüyor.
- You must be miserable.
- Sefil olmalısın.
- Tom said that Mary was miserable.
- Tom, Mary'nin sefil olduğunu söyledi.
- She dwelt on the miserable days she spent there.
- Orada geçirdiği sefil günler üzerinde durdu.
- He's living a miserable life.
- Sefil bir hayat yaşıyor.
- You'll find yourself in a miserable situation.
- Kendini sefil bir durumda bulacaksın.
- He's living a miserable life.
- O sefil bir hayat yaşıyor.
- This miserable old church is the oldest building in our country.
- Bu sefil eski kilise, ülkemizdeki en eski bina.
- Because of her, he lived a miserable life.
- Ondan dolayı, o sefil bir hayat yaşadı.
- His heart ached when he saw his son's miserable state.
- Oğlunun sefil durumunu görünce kalbi sızladı.
- Are you miserable?
- Sen sefil misin?
- I'm not miserable.
- Sefil değilim.
- You look miserable.
- Sefil görünüyorsun.
- I don't think Tom is miserable.
- Tom'un sefil olduğunu sanmıyorum.
- I think Tom is miserable.
- Tom'un sefil olduğunu düşünüyorum.
- She really is a miserable girl.
- O gerçekten sefil bir kız.
- When I think about it now, our family lived a very miserable life.
- Şimdi düşündüğümde, ailemiz çok sefil bir hayat yaşadı.
- She's rich but miserable.
- Zengin ama sefil.
- He had to lead a miserable life for many years.
- Uzun yıllar sefil bir hayat sürmek zorunda kaldı.
- You don't seem to be as miserable as Tom seems to be.
- Tom'un göründüğü kadar sefil görünmüyorsun.
- He lives a miserable life.
- Sefil bir hayat yaşıyor.
- Tom said I looked miserable.
- Tom sefil göründüğümü söyledi.
- He had to lead a miserable life for many years.
- O yıllarca sefil bir hayat sürdürmek zorunda kaldı.
- Tom and Mary are pretty miserable, aren't they?
- Tom ve Mary oldukça sefil, değil mi?
- Tom's miserable.
- Tom sefil.
- Tom looks miserable.
- Tom sefil görünüyor.
- We're in a miserable situation.
- Sefil bir durumdayız.
- Because of her, he lived a miserable life.
- Onun yüzünden sefil bir hayat yaşadı.
- Tom said that I looked miserable.
- Tom sefil göründüğümü söyledi.
- Tom seemed to be miserable.
- Tom sefil görünüyordu.
- Tom told me that he thought Mary was miserable.
- Tom bana Mary'nin sefil olduğunu düşündüğünü söyledi.
- Tom was hungry and miserable.
- Tom aç ve sefildi.
- Tom said Mary was likely to be miserable.
- Tom Mary'nin muhtemelen sefil olacağını söyledi.
- I confess I'm miserable.
- Sefil olduğumu itiraf ediyorum.
- Are you still miserable?
- Sen hâlâ sefil misin?
- We were miserable.
- Sefildik.
- Only miserable and inglorious death awaits you here.
- Burada sizi sadece sefil ve şerefsiz bir ölüm bekliyor.
- Tom is probably still miserable.
- Tom muhtemelen hâlâ sefil.
- Tom was miserable, but Mary wasn't.
- Tom sefildi ama Mary değildi.
- Were you miserable?
- Sen sefil miydin?
Show More (41)
|
| 2 |
miserable |
perişan |
adj. |
|
- What happened? You look miserable.
- Ne oldu sana? Perişan görünüyorsun.
- The government of France was in its most miserable condition.
- Fransa hükümeti de gerçekten de perişan bir durumdaydı.
- The government of France was in its most miserable condition.
- Fransa hükümeti fazlasıyla perişan durumdaydı.
- It's because of them that I'm so miserable.
- Onlar yüzünden perişan haldeyim.
- Tom seems to be miserable.
- Tom perişan görünüyor.
- Tom was hungry and miserable.
- Tom aç ve perişandı.
- I've been absolutely miserable.
- Kesinlikle perişan haldeydim.
- Tom thought Mary was miserable.
- Tom, Mary'nin perişan olduğunu düşündü.
- You must be miserable.
- Sen perişan olmalısın.
- She really is a miserable girl.
- O gerçekten perişan bir kız.
- I hate to see you so miserable.
- Seni bu kadar perişan görmekten nefret ediyorum.
- You're miserable, aren't you?
- Perişansın, değil mi?
- Tom was miserable.
- Tom perişandı.
- Tom said that I looked miserable.
- Tom perişan göründüğümü söyledi.
- I'm miserable.
- Perişanım.
- You look miserable.
- Perişan görünüyorsun.
- Tom seemed to be miserable.
- Tom perişan görünüyordu.
- This miserable old church is the oldest building in our country.
- Bu perişan eski kilise ülkemizdeki en eski yapıdır.
- Tom knew that I was miserable.
- Tom perişan olduğumu biliyordu.
- We're in a miserable situation.
- Perişan bir durumdayız.
- The economy was in miserable condition.
- Ekonomi perişan durumdaydı.
- I'm miserable here.
- Burada perişan haldeyim.
- Tom looked miserable.
- Tom perişan görünüyordu.
- Tom said I looked miserable.
- Tom perişan göründüğümü söyledi.
- He seems miserable.
- O perişan görünüyor.
- The poor Irishman was now left all alone, and did not know where the others had gone to, so he just stayed where he was, very sad and miserable.
- Zavallı İrlandalı şimdi yapayalnız kalmıştı ve diğerlerinin nereye gittiğini bilmiyordu, bu yüzden olduğu yerde kaldı, çok üzgün ve perişandı.
- Tom looks pretty miserable.
- Tom oldukça perişan görünüyor.
- Tom was miserable.
- Tom perişan haldeydi.
- I didn't think Tom would be so miserable.
- Tom'un bu kadar perişan olacağını düşünmedim.
- I don't think Tom is miserable.
- Tom'un perişan halde olduğunu sanmıyorum.
- Tom is likely to be miserable.
- Tom muhtemelen perişan olacak.
- I was miserable without you.
- Sensiz perişan haldeydim.
- I've been absolutely miserable.
- Ben kesinlikle perişandım.
- Tom must be miserable.
- Tom perişan olmalı.
- His heart ached when he saw his son's miserable state.
- Oğlunun perişan halini görünce yüreği sızladı.
- Tom is sitting on a park bench, looking miserable.
- Tom bir park bankında oturuyor, perişan görünüyor.
- You looked like you were miserable.
- Perişan görünüyordun.
- Tom said Mary was likely to be miserable.
- Tom, Mary'nin perişan olacağını söyledi.
- I was miserable without you.
- Sensiz perişandım.
- Tom was very miserable.
- Tom çok perişandı.
- Kate glanced at Chris and then ignored him, making him feel miserable.
- Kate Chris'e baktı ve sonra onu görmezden geldi, bu onu perişan etti.
Show More (38)
|
| 3 |
miserable |
mutsuz |
adj. |
|
- Are you miserable?
- Mutsuz musunuz?
- You're miserable, aren't you?
- Mutsuzsun, değil mi?
- It looks like Tom is miserable.
- Görünüşe göre Tom mutsuz.
- Tom slumped against the wall, exhausted and miserable.
- Tom duvara yaslanmış, bitkin ve mutsuzdu.
- Tom said that Mary was miserable.
- Tom Mary'nin mutsuz olduğunu söyledi.
- Tom was miserable, but Mary wasn't.
- Tom mutsuzdu ama Mary değildi.
- Tom seems to be miserable.
- Tom mutsuz görünüyor.
- I hate to see you so miserable.
- Seni bu kadar mutsuz görmekten nefret ediyorum.
- Tom thinks Mary is miserable.
- Tom, Mary'nin mutsuz olduğunu düşünüyor.
- I'm miserable here.
- Burada mutsuzum.
- Tom knew that I was miserable.
- Tom mutsuz olduğumu biliyordu.
- Tom's miserable.
- Tom mutsuz.
- You don't seem to be as miserable as Tom seems to be.
- Tom'un göründüğü kadar mutsuz görünmüyorsun.
- Were you miserable?
- Mutsuz muydun?
- Tom said that he was miserable.
- Tom mutsuz olduğunu söyledi.
- Tom is miserable.
- Tom mutsuz.
- Are you still miserable?
- Hala mutsuz musun?
- Tom is likely to still be miserable.
- Tom hala mutsuz olabilir.
- Why have you been so miserable lately?
- Neden son zamanlarda bu kadar mutsuzsunuz?
- Tom looked miserable.
- Tom mutsuz görünüyordu.
- I'm not miserable.
- Mutsuz değilim.
- Tom looks a little miserable.
- Tom biraz mutsuz görünüyor.
- I didn't think Tom would be so miserable.
- Tom'un bu kadar mutsuz olacağını düşünmemiştim.
- I only eat like this when I'm miserable.
- Sadece mutsuz olduğumda böyle yerim.
- I think Tom is miserable.
- Bence Tom mutsuz.
- Tom remained miserable in his marriage.
- Tom evliliğinde mutsuz olmaya devam etti.
- Tom told me that he was miserable.
- Tom bana mutsuz olduğunu söyledi.
- Why have you been so miserable lately?
- Son zamanlarda neden bu kadar mutsuzsun?
- Tom and Mary are pretty miserable, aren't they?
- Tom ve Mary oldukça mutsuzlar, değil mi?
- He seems miserable.
- Mutsuz görünüyor.
- Tom is likely to be miserable.
- Tom'un mutsuz olması muhtemel.
- It's because of them that I'm so miserable.
- Onlar yüzünden bu kadar mutsuzum.
- You look pretty miserable.
- Oldukça mutsuz görünüyorsun.
- You looked like you were miserable.
- Mutsuz görünüyordun.
- Tom looks like he's miserable.
- Tom mutsuz görünüyor.
- Tom is probably still miserable.
- Tom muhtemelen hala mutsuzdur.
Show More (33)
|
| 4 |
miserable |
berbat |
adj. |
|
- No one expected a miserable performance from such an experienced actor.
- Kimse böylesine deneyimli bir oyuncudan böylesi berbat bir performans beklemiyordu.
- I don't want to go out in such miserable weather.
- Böyle berbat bir havada dışarı çıkmak istemiyorum.
- The results have been miserable.
- Sonuçlar berbattı.
- The experiment resulted in a miserable failure.
- Deney berbat bir başarısızlıkla sonuçlandı.
- The results have been miserable.
- Sonuçlar berbat oldu.
- Tom is sitting on a park bench, looking miserable.
- Tom parktaki bankta oturuyor, berbat görünüyor.
- This is miserable.
- Berbat bir durum.
- Tom is having a miserable time.
- Tom berbat bir zaman geçiriyor.
Show More (5)
|
| 5 |
miserable |
çok mutsuz |
adj. |
|
- I'm very miserable.
- Ben çok mutsuzum.
- Kate glanced at Chris and then ignored him, making him feel miserable.
- Kate Chris'e baktı ve sonra onu görmezden geldi, bu da onun kendini çok mutsuz hissetmesine neden oldu.
- You look pretty miserable.
- Çok mutsuz görünüyorsun.
- She's rich but miserable.
- O zengin ama çok mutsuz.
- I confess I'm miserable.
- İtiraf ediyorum, çok mutsuzum.
- Tom was very miserable.
- Tom çok mutsuzdu.
Show More (3)
|
| 6 |
miserable |
çok kötü |
adj. |
|
- The weather was miserable yesterday.
- Hava dün çok kötüydü.
- The weather was miserable yesterday.
- Dün hava çok kötüydü.
- The economy was in miserable condition.
- Ekonomi çok kötü durumdaydı.
- The experiment resulted in a miserable failure.
- Deney çok kötü bir başarısızlıkla sonuçlandı.
Show More (1)
|
| 7 |
miserable |
zavallı |
adj. |
|
- The proposals we are debating this afternoon are a miserable, insufficient response to today's world.
- Bu öğleden sonra tartıştığımız teklifler bugünün dünyasına verilen zavallı ve yetersiz bir yanıttır.
- We're in a miserable situation.
- Zavallı bir durumdayız.
Show More (-1)
|
| 8 |
miserable |
huysuz |
adj. |
|
- She's a miserable old lady; don't mess with her.
- O huysuz yaşlı bir kadındır; bulaşma ona.
Show More (-2)
|
| 9 |
miserable |
çekilmez |
adj. |
|
- He makes life miserable for his employees.
- Çalışanlarına hayatı çekilmez hale getiriyor.
Show More (-2)
|
| 10 |
miserable |
acınacak halde |
adj. |
|
- Tom told me that he was miserable.
- Tom bana acınacak halde olduğunu söyledi.
Show More (-2)
|
