allow - Türkçe İngilizce Sözlük

allow

Play ENTRENus
Play ENTRENuk
Play ENTRENau

"allow" teriminin Türkçe İngilizce Sözlükte anlamları : 40 sonuç

İngilizce Türkçe
Common Usage
allow f. izin vermek
I'm not even allowed to leave my room when we have company over.
Bize misafir geldiğinde odamdan çıkmama bile izin verilmiyor.

More Sentences
allow f. müsaade etmek
Innovation happens when you build physical and psychological space that allows you to think creatively.
İnovasyon, yaratıcı düşünceye müsaade eden fiziksel ve psikolojik bir mekân oluşturduğunuzda gerçekleşir.

More Sentences
General
allow f. kabul etmek
Allow me to address the amendments with which the Commission cannot agree.
İzninizle Komisyon'un kabul edemeyeceği değişikliklere değinmek istiyorum.

More Sentences
allow f. ayırmak
You should allow an hour to go to the airport.
Havaalanına gitmek için bir saat ayırmalısınız.

More Sentences
allow f. düşünmek
Let nobody assume that in our eagerness to secure the prize of enlargement, we will allow reform to fall by the wayside.
Kimse genişleme ödülünü elde etme hevesimizle reformların bir kenara bırakılmasına izin vereceğimizi düşünmesin.

More Sentences
allow f. olanak vermek
Three alternative climate systems allow you to control the temperature.
Üç alternatif iklim sistemi sıcaklığı kontrol etmenize olanak verir.

More Sentences
allow f. hesaba katmak
You have to allow for the boy's age.
Çocuğun yaşını hesaba katmalısın.

More Sentences
allow f. izin vermek
If we allow this to happen, it will be like what we did in my country 50 years ago when we closed down our railways.
Eğer bunun olmasına izin verirsek 50 yıl önce ülkemde demiryollarımızı kapattığımızda yaptığımız gibi olacak.

More Sentences
allow f. olanak sağlamak
This would further allow the prompt implementation of the MODINIS programme.
Bu da MODINIS programının hızlı bir şekilde uygulanmasına olanak sağlayacaktır.

More Sentences
allow f. bırakmak
And it is not true that the Stability and Growth Pact did not allow enough leeway for hard times.
Ve İstikrar ve Büyüme Paktı'nın zor zamanlar için yeterli hareket alanı bırakmadığı doğru değildir.

More Sentences
allow f. geçit vermek
Today a law was enacted which allows abortion.
Bugün kürtaja geçit veren bir kanun çıktı.

More Sentences
allow f. imkan vermek
It allows us to move forward but still leaves this discussion open for us to reach a sensible conclusion to that debate.
Bu, ilerlememize imkan vermekle birlikte, bu tartışmayı mantıklı bir sonuca varabilmemiz adına ucu açık bırakmaktadır.

More Sentences
allow f. zaman vermek
Allow me more time.
Bana biraz daha zaman ver.

More Sentences
allow f. tahsis etmek
The Council has allowed itself 236 new posts in order to prepare for enlargement.
Konsey genişlemeye hazırlanmak amacıyla kendisine 236 yeni kadro tahsis etmiştir.

More Sentences
allow f. hesaba katmak
You must allow for his youth.
Onun gençliğini hesaba katmalısın.

More Sentences
Law
allow f. müsaade etmek
I don't understand why they allow it in a place like this.
Böyle bir yerde buna nasıl müsaade ediyorlar anlamıyorum.

More Sentences
Technical
allow f. bırakmak
I allowed a margin of ten minutes.
On dakikalık bir marj bıraktım.

More Sentences
allow f. izin vermek
So we must not allow the candidate countries to think the process is over.
Dolayısıyla aday ülkelerin sürecin sona erdiğini düşünmelerine izin vermemeliyiz.

More Sentences
allow f. müsaade etmek
I never would've allowed Tom to do that.
Tom'un bunu yapmasına asla müsaade etmezdim.

More Sentences
Computer
allow expr. izin ver
They are nothing more than environmental criminals who allow leaking tankers to be towed into the high seas.
Bunlar, sızıntı yapan tankerlerin açık denizlere çekilmesine izin veren çevre suçlularından başka bir şey değildir.

More Sentences
Archaic
allow f. onaylamak
I hope everything will be in place to allow ratification to go ahead before these six months have elapsed.
Umarım bu altı ay dolmadan önce onaylama işleminin gerçekleşmesi için her şey hazır olur.

More Sentences
General
allow f. indirim yapmak
allow f. itiraf etmek
allow f. hoş görmek
allow f. saymak
allow f. cevaz vermek
allow f. koyvermek
allow f. göz önüne almak
allow f. vermek
allow f. mahal vermek
allow f. süre vermek
allow f. kesinti olarak ayırmak
allow f. razı gelmek
allow f. sağlamak
Law
allow f. hukuken geçerli saymak
allow f. vermek
Computer
allow i. izin verilen kullanıcı sayısı
Sport
allow f. rakip takımın veya oyuncunun başarmasını engelleyememek
Archaic
allow f. övmek
allow f. kabullenmek

"allow" teriminin diğer terimlerle kazandığı İngilizce Türkçe Sözlükte anlamları : 290 sonuç

İngilizce Türkçe
General
allow to be f. izin vermek
If the Irish people vote 'no', that cannot be allowed to be decisive for the whole EU.
İrlanda halkı 'hayır' oyu verirse, bunun tüm AB için belirleyici olmasına izin verilemez.

More Sentences
allow to f. izin vermek
Industry has been decimated or allowed to decay.
Sanayi yok edildi veya çürümesine izin verildi.

More Sentences
allow in f. içeri almak
I wasn't allowed in as I had short-shorts on.
Kısa şort giydiğim için içeri alınmadım.

More Sentences
allow for f. imkan tanımak
The decision allowing for a list of people and organisations active in the European Union is significant.
Avrupa Birliği'nde faaliyet gösteren kişi ve kuruluşların bir listesinin çıkarılmasına imkan tanıyan karar önemlidir.

More Sentences
allow for f. izin vermek
This, of course, does little for harmonisation because almost all national laws allow for severer penalties.
Bu elbette uyum için pek bir şey ifade etmiyor çünkü neredeyse tüm ulusal yasalar daha ağır cezalara izin veriyor.

More Sentences
allow for f. olanak sağlamak
This will also allow for the smoother operation of the internal market.
Bu aynı zamanda iç pazarın daha düzgün işlemesine de olanak sağlayacaktır.

More Sentences
allow [dialect] f. olduğuna inanmak
We believe that it cannot be in the interest of Europe as a whole to allow Turkey to join the EU.
Türkiye'nin AB'ye katılmasına izin vermenin bir bütün olarak Avrupa'nın çıkarına olmayacağına inanıyoruz.

More Sentences
Phrasals
allow (one) up f. (birinin) kalkmasına izin vermek
The patient was allowed up.
Hastanın kalkmasına izin verildi.

More Sentences
allow (someone or something) in (something or some place) f. (birinin/bir şeyin bir yere/bir şeye) girmesine izin vermek
Did you tell Tom he's not allowed in this room?
Bu odaya girmesine izin verilmediğini Tom'a söyledin mi?

More Sentences
allow (someone or something) into (something or some place) f. (birinin/bir şeyin bir yere/bir şeye) girmesine izin vermek
Dan's lawyer demanded to be allowed into the room where Dan was being questioned.
Dan'in avukatı, Dan'in sorgulandığı odaya girmesine izin verilmesini talep etti.

More Sentences
allow (someone or something) in (something or some place) f. (birinin/bir şeyin bir yere/bir şeye) girmesine izin vermek
Tom's dog isn't allowed in the house.
Tom'un köpeğinin eve girmesine izin verilmiyor.

More Sentences
allow (someone or something) into (something or some place) f. (birinin/bir şeyin bir yere/bir şeye) girmesine izin vermek
Tom wasn't allowed into Mary's hospital room.
Tom'un Mary'nin hastane odasına girmesine izin verilmedi.

More Sentences
Speaking
allow me expr. izninizle
Allow me to say a few words on two other points.
İzninizle diğer iki nokta hakkında da birkaç söz söylemek istiyorum.

More Sentences
allow me expr. izninizle
Allow me to quote some examples of the ways in which they are not so respected and represented.
İzninizle, onlara bu kadar saygı gösterilmemesi ve temsil edilmemelerine ilişkin bazı örnekler vermek istiyorum.

More Sentences
allow me expr. izin verin
Allow me to go on to mention a number of key features of the Council's draft budget.
Konsey'in taslak bütçesinin bazı temel özelliklerinden bahsetmeme izin verin.

More Sentences
allow me expr. müsaadenizle
Allow me to make a number of critical comments about the further development of competition policy per se.
Müsaadenizle, rekabet politikasının daha da geliştirilmesi konusunda bir takım eleştirel yorumlarda bulunacağım.

More Sentences
General
allow of f. meydan vermek
allow immigrants f. göç almak
not to allow f. meydan vermemek
allow of f. olanak tanımak
allow to succeed f. rast getirmek
allow for f. hesaba almak
allow oneself be led by the nose f. sakalı ele vermek
allow to succeed f. rast getirmek (Allah)
not to allow anybody to speak ill of someone f. toz kondurmamak
allow bail f. kefaletle serbest bırakmak
allow to enter f. içeri almak
allow rest f. oturtmak
allow (something to happen) f. meydan vermek
not allow f. mahal vermemek
allow for f. yer vermek
not allow f. mahal bırakmamak
allow (something) happen f. yer vermek
allow (something happen) f. meydana bırakmak
allow to act without restraints f. engel olmamak
allow to move freely f. engel olmamak
allow someone freedom f. özgürlük tanımak
allow of f. olanak sağlamak
allow for tare f. darasını düşmek
allow a compensation f. bağış yapmak
allow a compensation f. telafi yoluna gitmek
not to allow enough time for f. yeterince zaman ayıramamak
allow for f. müsamaha göstermek
allow for f. fırsat vermek
allow someone in f. içeri girmesine müsaade etmek
allow someone into a place f. içeri girmesine müsaade etmek
allow someone up f. kalkmasına izin vermek
allow someone into a place f. birisini içeri almak
allow someone in f. birisini içeri almak
not allow something to happen f. meydan vermemek
allow something to happen f. meydan vermek
allow the death penalty f. ölüm cezasına izin vermek
allow someone to pass f. geçmesine izin vermek
allow maximum mobility f. maksimum hareketlilik sağlamak
allow for maximum mobility f. maksimum hareketlilik sağlamak
not allow to enter the country f. ülkeye giriş izni vermemek
allow room f. imkan vermek
allow someone f. birine izin vermek
allow time f. zaman ayırmak
allow somebody to do something f. birinin bir şey yapmasına izin vermek
allow of f. izin vermek
allow of f. kabul etmek
allow [dialect] f. söylemek
allow [dialect] f. öne sürmek
allow [dialect] f. düşünmek
allow [dialect] f. niyetli olmak
allow [obsolete] f. (hak) tanımak
Phrasals
allow for f. biraz daha sabretmek
allow for f. biraz daha beklemek
allow for f. süre tanımak
allow for f. tolerans göstermek
allow for f. zaman tanımak
allow for someone f. birini hesaba katmak
allow for someone f. birini hesaba katarak davranmak/hareket etmek
allow for someone f. birine de yetecek şekilde planlamak
allow for something f. bir şeyi hesaba katmak
allow for something f. bir şeyi hesaba katarak hareket etmek/davranmak
allow for something f. bir şey olasılığını düşünerek plan yapmak
allow someone or something into a place f. birinin/bir şeyin bir yere girmesine izin vermek
allow someone or something into a place f. birini/bir şeyi bir yere almak
allow someone or something into a place f. birini/bir şeyi içeri almak
allow someone or something into a place f. birini/bir şeyi bir yere kabul etmek
allow someone or something into a place f. birini/bir şeyi içeri kabul etmek
allow someone or something into a place f. birinin/bir şeyin bir yere girmesine müsaade etmek
allow someone or something into a place f. birinin/bir şeyin içeri geçmesine izin vermek
and allow someone or something in f. birinin/bir şeyin bir yere girmesine izin vermek
and allow someone or something in f. birini/bir şeyi bir yere almak
and allow someone or something in f. birini/bir şeyi içeri almak
and allow someone or something in f. birini/bir şeyi bir yere kabul etmek
and allow someone or something in f. birini/bir şeyi içeri kabul etmek
and allow someone or something in f. birinin/bir şeyin bir yere girmesine müsaade etmek
and allow someone or something in f. birinin/bir şeyin içeri geçmesine izin vermek
allow something for something f. bir şey için bir şey ayırmak
allow something for something f. bir şey için uygun miktarda bir şey ayırmak
allow something for something f. bir şey için uygun zamanı, parayı, yeri ayırmak
allow something for something f. bir şey için bir şeyi hesaba katmak
allow something for something f. bir şey için bir şeyi düşünerek hareket etmek
allow something for something f. bir şeye yer/pay bırakmak
allow something for something f. bir şeyi göz önünde bulundurmak
allow (someone or something) in (something or some place) f. (birini/bir şeyi bir yere/bir şeye) almak
allow (someone or something) in (something or some place) f. (birini/bir şeyi bir şeyden/yerden) içeri almak
allow (someone or something) in (something or some place) f. (birini/bir şeyi bir yere/bir şeye) kabul etmek
allow (someone or something) in (something or some place) f. (birini/bir şeyi bir şeyden/yerden) içeri kabul etmek
allow (someone or something) in (something or some place) f. (birinin/bir şeyin bir yere/bir şeye) girmesine müsaade etmek
allow (someone or something) in (something or some place) f. (birinin/bir şeyin bir şeyden/yerden) içeri geçmesine izin vermek
allow (someone or something) into (something or some place) f. (birini/bir şeyi bir yere/bir şeye) almak
allow (someone or something) into (something or some place) f. (birini/bir şeyi bir şeyden/yerden) içeri almak
allow (someone or something) into (something or some place) f. (birini/bir şeyi bir yere/bir şeye) kabul etmek
allow (someone or something) into (something or some place) f. (birini/bir şeyi bir şeyden/yerden) içeri kabul etmek
allow (someone or something) into (something or some place) f. (birinin/bir şeyin bir yere/bir şeye) girmesine müsaade etmek
allow (someone or something) into (something or some place) f. (birinin/bir şeyin bir şeyden/yerden) içeri geçmesine izin vermek
allow for f. önceden göz önünde bulundurmak
allow for f. önceden planlamak
allow for f. önden düşünmek
allow for f. yeterince ayırmak
allow for f. yeterli miktarda bölmek
allow for f. yeterli miktarda paylaştırmak
allow into a place f. bir yere girmesine izin vermek
allow into a place f. bir yere almak
allow into a place f. bir yerden içeri almak
allow into a place f. bir yere kabul etmek
allow into a place f. bir yerden içeri kabul etmek
allow into a place f. bir yere girmesine müsaade etmek
allow into a place f. bir yerden içeri geçmesine izin vermek
allow of (something) f. (bir şeye) olanak tanımak
allow of (something) f. (bir şeye) meydan vermek
allow of (something) f. (bir şeye) izin vermek
allow of (something) f. (bir şeye) olanak sağlamak
allow of (something) f. (bir şeyi) mümkün kılmak
allow up f. kalkmasına izin vermek
allow for someone f. birini hesaba katmak
allow for someone f. birini hesaba katarak davranmak/hareket etmek
allow for someone f. birine de yetecek şekilde planlamak
allow for something f. bir şeyi hesaba katmak
allow for something f. bir şeyi hesaba katarak hareket etmek/davranmak
allow for something f. bir şey olasılığını düşünerek plan yapmak
allow someone or something into a place f. birinin/bir şeyin bir yere girmesine izin vermek
allow someone or something into a place f. birini/bir şeyi bir yere almak
allow someone or something into a place f. birini/bir şeyi içeri almak
allow someone or something into a place f. birini/bir şeyi bir yere kabul etmek
allow someone or something into a place f. birini/bir şeyi içeri kabul etmek
allow someone or something into a place f. birinin/bir şeyin bir yere girmesine müsaade etmek
allow someone or something into a place f. birinin/bir şeyin içeri geçmesine izin vermek
and allow someone or something in f. birinin/bir şeyin bir yere girmesine izin vermek
and allow someone or something in f. birini/bir şeyi bir yere almak
and allow someone or something in f. birini/bir şeyi içeri almak
and allow someone or something in f. birini/bir şeyi bir yere kabul etmek
and allow someone or something in f. birini/bir şeyi içeri kabul etmek
and allow someone or something in f. birinin/bir şeyin bir yere girmesine müsaade etmek
and allow someone or something in f. birinin/bir şeyin içeri geçmesine izin vermek
allow something for something f. bir şey için bir şey ayırmak
allow something for something f. bir şey için uygun miktarda bir şey ayırmak
allow something for something f. bir şey için uygun zamanı, parayı, yeri ayırmak
allow something for something f. bir şey için bir şeyi hesaba katmak
allow something for something f. bir şey için bir şeyi düşünerek hareket etmek
allow something for something f. bir şeye yer/pay bırakmak
allow something for something f. bir şeyi göz önünde bulundurmak
allow (one) up f. (birinin) kalkmasına izin vermek
allow (someone or something) in (something or some place) f. (birini/bir şeyi bir yere/bir şeye) almak
allow (someone or something) in (something or some place) f. (birini/bir şeyi bir şeyden/yerden) içeri almak
allow (someone or something) in (something or some place) f. (birini/bir şeyi bir yere/bir şeye) kabul etmek
allow (someone or something) in (something or some place) f. (birini/bir şeyi bir şeyden/yerden) içeri kabul etmek
allow (someone or something) in (something or some place) f. (birinin/bir şeyin bir yere/bir şeye) girmesine müsaade etmek
allow (someone or something) in (something or some place) f. (birinin/bir şeyin bir şeyden/yerden) içeri geçmesine izin vermek
allow (someone or something) into (something or some place) f. (birini/bir şeyi bir yere/bir şeye) almak
allow (someone or something) into (something or some place) f. (birini/bir şeyi bir şeyden/yerden) içeri almak
allow (someone or something) into (something or some place) f. (birini/bir şeyi bir yere/bir şeye) kabul etmek
allow (someone or something) into (something or some place) f. (birini/bir şeyi bir şeyden/yerden) içeri kabul etmek
allow (someone or something) into (something or some place) f. (birinin/bir şeyin bir yere/bir şeye) girmesine müsaade etmek
allow (someone or something) into (something or some place) f. (birinin/bir şeyin bir şeyden/yerden) içeri geçmesine izin vermek
allow for f. önceden göz önünde bulundurmak
allow for f. önceden planlamak
allow for f. önden düşünmek
allow for f. yeterince ayırmak
allow for f. yeterli miktarda bölmek
allow for f. yeterli miktarda paylaştırmak
allow into a place f. bir yere girmesine izin vermek
allow into a place f. bir yere almak
allow into a place f. bir yerden içeri almak
allow into a place f. bir yere kabul etmek
allow into a place f. bir yerden içeri kabul etmek
allow into a place f. bir yere girmesine müsaade etmek
allow into a place f. bir yerden içeri geçmesine izin vermek
allow of (something) f. (bir şeye) olanak tanımak
allow of (something) f. (bir şeye) meydan vermek
allow of (something) f. (bir şeye) izin vermek
allow of (something) f. (bir şeye) olanak sağlamak
allow of (something) f. (bir şeyi) mümkün kılmak
allow up f. kalkmasına izin vermek
Phrases
when circumstances allow expr. koşullar el verdiğinde
whenever circumstances allow expr. şartlar el verdiğinde
when circumstances allow expr. şartlar el verdiğince
when the circumstances allow expr. şartlar el verdiğinde
whenever circumstances allow expr. şartlar el verdiğince
whenever the circumstances allow expr. şartlar el verdiğince
when the circumstances allow expr. şartlar el verdiğince
whenever the circumstances allow expr. şartlar el verdiğinde
Idioms
allow as how [us] f. kabul etmek
allow as how [us] f. itiraf etmek
allow somebody a free rein f. birisine müsamaha göstermek
allow something full play f. bir şeye yeterince/tam yer vermek
allow something full play f. bir şeyin üzerinde yeterince/tam durmak
allow nature to take its course f. doğal akışına bırakmak
allow somebody a free rein f. ipini gevşetmek
allow somebody a free rein f. serbest bırakmak
allow (one) full rein f. (birini) tamamen özgür bırakmak
allow (one) full rein f. (birini) tamamen kendi haline bırakmak
allow (one) full rein f. (birini) yapacağı/yapmak istediği şeyde tamamen özgür bırakmak
allow (one) full rein f. (birine) müsamaha göstermek
allow full rein to somebody/something f. birini/bir şeyi kısıtlamamak
allow full rein to somebody/something f. birini/bir şeyi tamamen özgür bırakmak
allow full rein to somebody/something f. birinin/bir şeyin iplerini gevşetmek
allow free rein to somebody/something f. birini/bir şeyi kısıtlamamak
allow free rein to somebody/something f. birini/bir şeyi tamamen özgür bırakmak
allow free rein to somebody/something f. birinin/bir şeyin iplerini gevşetmek
allow (one) free rein f. (birini) serbest/özgür bırakmak
allow (one) free rein f. (birine) müsamaha göstermek
allow (one) free rein f. (birinin) istediğini yapmasına izin vermek
allow (one) free rein f. (birini) serbest/özgür bırakmak
allow (one) free rein f. (birine) müsamaha göstermek
allow (one) free rein f. (birinin) istediğini yapmasına izin vermek
give/allow somebody/something free/full rein f. birine/bir şeye açık çek vermek
give/allow somebody/something free/full rein f. birine/bir şeye istediğini yapma özgürlüğü vermek/tanımak
give/allow somebody/something free/full rein f. birine/bir şeye tam yetki vermek
give/allow somebody/something free/full rein f. birine/bir şeye istediği gibi hareket etme/ilerleme özgürlüğü vermek
give/allow somebody/something free/full rein f. birini/bir şeyi serbest/özgür bırakmak
give/allow free/full rein to somebody/something f. birine/bir şeye açık çek vermek
give/allow free/full rein to somebody/something f. birine/bir şeye istediğini yapma özgürlüğü vermek/tanımak
give/allow free/full rein to somebody/something f. birine/bir şeye tam yetki vermek
give/allow free/full rein to somebody/something f. birine/bir şeye istediği gibi hareket etme/ilerleme özgürlüğü vermek
give/allow free/full rein to somebody/something f. birini/bir şeyi serbest/özgür bırakmak
Speaking
allow me to explain expr. açıklamama izin verin
I can't allow him to do that expr. bunu yapmasına izin veremem
we cannot allow the matter to rest here expr. bu meseleyi burada bırakamayız
allow me expr. izin ver
allow me expr. izninle
if you allow me expr. izin verirsen
if you allow me expr. izin verirseniz
if you allow me expr. müsaade ederseniz
allow me expr. müsaadenle
my health doesn't allow expr. sağlığım izin vermiyor
don't allow yourself to be provoked expr. tahriklere kapılmayın
don't allow yourself to be provoked expr. tahriklere kapılma
not allow its citizens to carry handguns expr. vatandaşlarının silah taşımasına izin vermemek
allow me to doubt that expr. bundan şüphe etmeme izin ver
Law
circumstances which allow exemption from punishment i. cezayı kaldıran sebepler
allow time pay i. ödemeye mehir tanımaya
Computer
allow transmit i. aktarıma izin ver
allow editing i. düzenleme izni
allow edits i. düzenleme izni
allow additions i. ekleme izni
allow updating i. güncelleştirme izni
allow redirectallow users to i. kullanıcılara verilecek izin
allow users to i. kullanıcılara verilecek izin
allow launch expr. başlatmaya izin ver
allow multilink expr. birden çok bağlantıya izin ver
allow control expr. denetime izin ver
allow multi-user editing expr. çok-kullanıcılı düzenlemeye izin ver
allow editing expr. düzenlemeye izin ver
allow fast saves expr. hızlı kaydet
allow form view expr. form görünümüne izin ver
allow access expr. erişime izin ver
allow any expr. herhangi birine izin ver
allow hiding expr. gizlemeye izin ver
allow transmit expr. göndermeye izin ver
allow whispers expr. fısıltıya izin ver
always allow expr. her zaman izin ver
allow cell drag and drop expr. hücre sürükle ve bırak
allow bleeds expr. kenar taşmasına izin ver
allow customize expr. özelleştirmeye izin ver
allow zero expr. sıfır olmasına olanak sağla
allow overlap expr. taşmaya izin ver
allow movement expr. taşımaya izin ver
allow moving expr. taşımaya izin ver
allow resizing expr. yeniden boyutlandırmaya izin ver
allow config expr. yapılandırmaya izin ver
allow failback expr. yeniden çalışmaya izin ver
allow accented uppercase expr. vurgulu büyük harfleri kullan
allow resize expr. yeniden boyutlandırmaya izin ver
Traffic
allow passage of vehicles f. araç geçişine müsaade etmek
Military
allow subsequent fine tuning f. müteakip ince ayarlara izin vermek
Football
allow the goal f. golü saymak
allow the goal f. golü vermek
allow play to continue f. pozisyonu avantaja bırakmak
allow the first aiders to enter the field of play f. sağlık görevlilerini oyun alanına davet etmek
allow the first aiders to enter the field of play f. sağlık görevlilerini oyun alanına çağırmak
British Slang
allow (it) expr. boşver
allow (it) expr. takma kafana
Modern Slang
allow yourself expr. boşver
allow yourself expr. takma kafana